Diplomasinin dıngıllıkları bendenizi her zaman çok eğlendirmiştir.
Diplomat "dolambaçlı" konuşur.
Biz "yağmur yağıyor" deriz, diplomat "yağmurun yağmadığı şeklindeki görüşlere katılmadığımı bildirmek gereğini duyduğumu belirtmek isterim" der...
Cumhurbaşkanımız "bir dakika" deyince de krize girerler, böyle açık konuşulur muymuş?
Bunların dünyasında "elçiyi başkente çağırmak" çok önemli bir protesto biçimidir.
Marsilya'da bir Ermeni anıtı dikildiğinde Fransa'ya çok ağır bir darbe indirmiş, Paris büyükelçimizi Ankara'ya çağırmıştık. Buna da her zamanki gibi bulunan kılıf "istişarelerde bulunmak" safsatasıydı. Fransa karalar bağlamıştı (tercümesi şudur: hiç iplememişti!) Bunların bir de "oturma sorunu" vardır.
Uluslararası görüşmelerde kim nereye nasıl oturacak?
İki Kıbrıs harekâtı arasında yapılan Cenevre görüşmelerinde oturma krizi çıkmış, çözüm yuvarlak bir masa çevresinde İngiliz, Türk ve Yunan murahhaslarını eşitlemek olmuştu...
Öyle ya, kimi masanın "başına" oturtsan ötekilerden üstün görünecek.
Masanın başını ortadan kaldırırsın, mesele kalmaz.
***
Biraz geçkince ama hoş bir hanım.***
Eee? Öyle ya da böyle oturdular da ne oldu?
Her zamanki gibi "Suriyeli mültecilere siz bakın, biz de biraz para verelim" dediler, sabunlayıp gittiler.
Hanımı başımıza çıkarsaydık "Göçmenler size yük oluyor, bir kısmını da biz alalım" mı diyeceklerdi?
Ama işte maksat alavere dalavere Erdoğan'a çamur atmak.
Bahane yoksa da uydururlar.
Bir tarihte birtakım Babıali yavşakları, Tansu Çiller'e yağ çekmek için "Chirac'a elini öptüren kadın" demişlerdi...
Bizdeki el öpmeyle Fransızlar'daki el öpmenin "kültür farkını" bilemeyecek kadar gabi değillerdi oysa...
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz