Rahmetli Zeki Müren son yıllarında Bodrum'a yerleşmişti, Seyfi'nin barında bir "tarihi eser" gibi oturur, gelip geçen de onunla hatıra resmi çektirirdi...
Şimdi bayrağı İlber Ortaylı devraldı, yazın Ayvalık'ın Cunda adasında, Ortunç Otel'in bahçesinde oturup gelenle gidenle çok keyifli tarih ve kültür sohbetleri yapıyor, bir çeşit "couleur locale" oluşturuyor.
İlber Hoca'nın kendine özgü birtakım "aykırı fikirleri" vardır. (Bir keresinde gençlere "İngilizce'yi ne yapacaksınız, Latince öğrenin" dedi, ben de dedim ki "hocam bu çocuklar Latince öğrenip kiminle konuşacaklar, tatile gelen papazlarla mı?")
İlber Hoca, Vahdettin Köşkü'nün restorasyonunu beğenmemiş. Tarihi gerçeklere uymadığını söylüyor.
Hocamız, örneğin Versailles Sarayı'nda Kral Louis-Philippe'in kendi cebinden o zamanın parasıyla beş milyon frank harcayarak yaptırdığı restorasyonun da gerçeklere uymadığını, devasa tablolardan oluşan o ünlü sergi salonunun açılabilmesi için birçok odanın yokedildiğini, saray planının değiştirildiğini bilecektir...
Her restorasyonun önünde iki yol vardır: Bir, "mail-i inhidam" yani yıkılmak üzere olan kısımları sıkılayıp mimari eseri kırık dökük görüntüsüyle bırakmak... Buna, ünlü Fransız mimar ve restorasyon uzmanının adıyla "Viollet-le-Duc tarzı" diyoruz.
İki, binayı yeniden içinde yaşanabilir hale getirmek, bu amaçla bazı gerekli değişikliklere gitmek... Versailles Sarayı'na, sıkışan turistler için memişhane, acıkan ve susayan turistler için kafeterya yapmak gibi.
İmdi, Vahdettin Köşkü hangi amaçla restore edilmiştir?
Müze yapmak için mi? Hayır. Kaldı ki müzede bile değişiklik kaçınılmaz oluyor, görüldüğü gibi.
Oturmak için.
Gıcıklık, "içinde Tayyip oturacak" endişesinden kaynaklanıyor.
İçinde İstanbul'a gelip gittikçe kalacak olan "Tayyip" değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanıdır. Bugün Tayyip, yarın Hasan, öbür gün Hüseyin.
Ama Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilir, gider Sirkeci'de Şahinpaşa Oteli'nde kalır, ona da bir şey diyemeyiz tabii...
Yok eğer duyulan allerji Vahdettin ismineyse, Dolmabahçe'yi de, Yıldız'ı da, Topkapı'yı da yıktırınız. (Köşkün adı "Huber" olursa ses çıkarmıyorsunuz ama.)
"Tıpatıp gerçeklere" bu kadar duyarlı olan İlber Hoca'mızdan, bu çizgide ısrar edecekse, aynı duyarlığı örneğin Rumelihisarı konusunda da göstermesini bekliyorum. Rumelihisarı dökük ve berbat bir haldeydi, kalenin bedenlerinden incir ağaçları fışkırmıştı, 1958 yılında, yukarıda sözünü ettiğim "Viollet-le-Duc yaklaşımıyla" restore edildi. (İçindeki koca bir Osmanlı mahallesi de yokedildi, camisinin minaresi yıkık bırakıldı, yuvarlak tabanı tiyatro ve konser sahnesi yapıldı.)
Yıllardır öneriyorum, gelip geçen hiçbir kültür bakanına da derdimi anlatamadım: Rumelihisarı, aslına uygun olarak bir daha restore edilsin!
Bu da, bir kere kulelerin üstüne kurşun kaplı "külahlarının" yeniden konulması demektir, Galata Kulesi'nde 1964 yılında pekala yapıldığı gibi... Ve de kalenin baştan aşağı beyaza boyanması, badana edilmesi demektir. Bazı Fransız şatoları misali.
Yapın, bakın aslı ne kadar güzel görünecek.
Korkmayın, içinde Tayyip oturmaz!