Peter Collinson önemli bir yönetmen değildir. Çektiği "piyasa işi" filmler de belli bir düzeyin altında kalmış kötü filmlerdir. Tek dişe dokunur filmi sayılan, birkaç yıl önce Hollywood'un yeniden ürettiği "Italian Job" bile kötüdür. Haksız mıyım sevgili Atilla Dorsay?
Hele bu adamın ünlü "Paralı Askerler" filmi, kötünün de ötesi...
Ünlü dedim, çünkü ülkemizde bir efsane niteliği kazandı.
Efsane niteliği, hemen hiçbir Türk tarafından seyredilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bir de yasaklanınca, bobininde boncuk bulunduğu sanılıyor.
Bendeniz filmi yıllarca aradıktan sonra buldum, itiraf edeyim ki heyecanla da karşısına oturdum, esaslı bir hayal kırıklığı yaşadım.
Film kurtuluş savaşımızda geçiyor, eh, içinde Atatürk de var maşallah, Türk basını bunu matah bir şey sanıyor.
Yok canım, korkmayın, Yunan propagandası falan yapılmıyor. Sonuna doğru İzmir yangını var ama artık onun içyüzünü en cahil Kemalist bile öğrendi.
Bu film tam kırk bir yıl önce çekildi, 1969 yılının yaz aylarında. Baktım da, dün gene bir gazetenin kültür ve sanat servisinden birileri mal bulmuş Mağrıbi gibi gündeme getirmişler, bilmedikleri için de filmi matah bir halt sanıyorlar.
İpini kırıp sete röportaj yapmaya giden bir magazin muhabiri randevusu olmadığı için kovalanınca gazetesine dönüp "Atatürk aleyhtarı film çekiyorlar" diye yaygara koparmış olduğu için de, o gün bu gündür yasak.
O zamanlar Atatürk'ün sinemada "canlandırılması" yasaktı, peygamber efendimiz gibi!... Sanki yönetmen Collinson dinimize küfür etmişti!...
Atatürk aleyhtarı bile olamayacak kadar pespaye bir filmdir bu. Siyasi içeriği falan yoktur. Kaçırılan ve peşine düşülen elyazması bir Kuran, falan filan. Meksika devriminde de geçebilirdi, İrlanda ayaklanmasında da, yerine elyazması İncil koysalardı farketmezdi.
Kurtuluş savaşı "fonu" üzerinde ucuz bir serüven öyküsü... Artık hayatta olmayan Collinson'un "kordelasında" artık hayatta olmayan Charles Bronson ile Tony Curtis rol kesiyorlar, o zamanlar genç ve yakışıklı adamlar olan Fikret Hakan ile Salih Güney de onlara ayak uydurmaya çalışıyorlar.
Hele hele, o zamanlar ve şimdi bile "Anjelik olmadığını" ispatlamaya çalışan ama ne yapsa bir türlü "Anjeliklikten" kurtulamamış bir Michele Mercier... (Batılı seyircinin beynindeki "doğulu kadın" imgesini gıdıklayacak, yüzü peçeli ama memesi göbeği açık, gizemli bir Türk kızını oynuyor...)
Sonuçta, iki maceraperest kaçakçı Bronson ile Curtis, altınları ve Hazret- i Osman elyazması Kur'an-ı Kerim'i Atatürk'e "kaptırıyorlar" ve yangın kargaşasında da İzmir'den tüyüp gidiyorlar. (Pardon, yoksa altınları götürüyorlar mıydı?)
Breh breh breh... O sıralar bu filmi merhum Osman Fahri Seden'e çektirselermiş ortaya daha iyi bir eser çıkarmış.
Beni gene müthiş bir hayal kırıklığına uğratmış diğer bir film, Nikos Koundouros'un "1922" adlı filmidir. (Bunu da yıllarca aradıktan sonra taa Toronto'da Yunan malları satan bir sitede buldum, Atina'da aramayın, mevcudu yok.)
Ülkemizde yasak mıdır bilemem, daha doğrusu, bu filmin varlığını bilen kaç Türk vardır bilemem, ama ortaya çıkarsa yasaklanacağı kesindir.
Haa, bakın orada açık seçik Türk düşmanlığı yapılmaktadır.
Öyle bir "Türk askeri" çizmişler ki filmde, Taraf gazetesinin elemanları bile isyan ederler! Filmde gösterilen Türk subayı, Meksikalı bir "desperado"yu andırıyor.
Bu film, ünlü Yunan yazarı, Ayvalıklı İlias Venezis'in gene pek ünlü "To Noumero 31.328" isimli romanından uyarlanmıştır. Venezis'in, 1922 yılında bizim elimizde geçen esirlik günlerinin dehşetini anlattığı çok etkili bir romandır, çağdaş Yunan edebiyatının da klasiklerinden sayılır. (Rumcası bende var, kafamı gözümü yara yara okudum, çoğunu anlamayı başardım.)
Ama roman, filmi gibi aşağılık değildir.
Çünkü Venezis yetenekli ve başarılı bir sanatçıdır. Collinson da Koundouros da yetenekli ve başarılı değillerdir.
Yasakları kaldırın da herkes seyretsin şu paçavraları, notunu versin, Türk basınının durduk yerde yarattığı "haybeden efsaneler" de sona ersin artık.