Sevgili kardeşim Haşmet Babaoğlu, bizi en çok etkileyen roman kahramanlarını sormuş...
"Sevmek" değil... Sevdiklerimiz çoktur, onun da hatırlattığı gibi "Budala Prens" Mişkin'i kim sevmez?
Ama bakınız, "etkilenmek" deyince benim aklıma kötü adam Rogojin gelir ve de o romandaki herkesten çok daha dürüst ve namuslu olan sosyete fahişesi Nastasya Filipovna gelir... Sanki Suç ve Ceza'da Raskolnikov'un sevgilisi Sonya, ya da Beyaz Geceler'in Nastenka'sı gelmez mi? Kumarbaz romanının kumarbazı gelir, gene o romanın "kötü kadını" Polina gelir, ille Dostoyevksi'den gideceksek...
Gelelim Haşmet'in sorusuna asıl yanıtımıza. İki kişi var Haşmet... Bu iki kişi yıllardır benimle birlikte yaşıyorlar. Biri, Andre Malraux'nun kahramanı Hernandez.
Başucumdan hiç ayırmadığım "Umut" romanının kahramanı.
Yorgun bir adamdır. Yalnız bedeni değil ruhu da yorgundur. İspanya İç Savaşı'nı kaybedeceklerini sezer. Bunu, faşistlerin kendilerinden daha güçlü olmasından değil, "onunkilerin" ahmaklığından, çapsızlığından, gaddarlığından, güdüklüğünden çıkarmıştır.
Dövüşmeyi bırakmaz, hayır, bunu kendine yedirecek adam değildir, ama esir düştüğü zaman da kurtulmak için hiçbir şey yapmaz. Onları kurşuna dizilmeye götüren kamyon bir köşeyi dönüp savrulduğunda yanındaki arkadaşı atlar, koşa koşa uzaklaşır, faşistler arkasından laf olsun diye birkaç kurşun sıkmakla yetinirler, cumhuriyetçilerin hatları da yakındır, azıcık koşup sığınılacak kadar.
Hernandez kılını bile kıpırdatmaz. Sonra da kızgın demir, yeni kazılmış toprak, toz, sidik ve kan kokusu içinde, mezarlık duvarının dibinde, idam mangasının mitralyözüne karşı yürür. Kendi savaşını bitirmiştir.
İkincisi, sevgili Haşmet, İbrahim Cura... Emekli bir döviz kaçakçısı. Sahi ya, eski kambiyo rejimimizde döviz kaçakçılığı diye bir "meslek" vardı! Resmi kurdan dokuz lira olan doları on üç liradan satarlardı, istediğin kadar, istersen yurt dışında, otelinde teslim.
Hani şu Attila İlhan'ın yaratıp sonra da bir şiirinde "en kral arkadaşım İbrahim Cura şimdilik bir romanda tebdil yaşıyor" dediği adam.
Roman da Kurtlar Sofrası tabii.
İbrahim Cura, hani şu Çiçek Pasajı'nda tosun gibi kabaran siyah birayla (Arjantin!) gulaş yemeyi seven adam...
Bunun bir eski sevgilisi vardır, bir türlü unutamadığı Türkân.
Günün birinde yeniden karşılaşırlar. Beşiktaş'ta bir muhallebicide buluşurlar. (Ah o çocukluğumun Beşiktaş muhallebicileri... Hangisinde oturdular acaba, Ortabahçe Caddesi'nin hemen başında, bugün Alkım Kitabevi olan, bir dönem Garanti Bankası şubeliği yapmış köşedeki muhallebicide mi? Mezeci Latif'in yanı, Çorbacı'nın Mobil benzin istasyonunun karşısı... Ellili yıllar...)
İbrahim "okumakla bir yere varılamayacağını" düşünüp Hukuk Fakültesi'ni bırakmış, kanun dışına çıkmış, şimdi de orta yaşlı, paralı pullu ama şişman ve emekli bir serseri olmuştur. Elbette yapayalnız.
Türkân bir mühendisle evlenmiştir, iki çocuğu vardır, Beşiktaş'ta küçük bir evde oturuyorlar, doğru dürüst paraları yok, hayat zor ve sıkıcı. İbrahim, sen haklıydın der, ben yanlış yoldan gittim. Macerayı seçtim, sen de bu yüzden benden ayrıldın zaten, ama işte vara vara buraya vardım. Türkân da hayır der, asıl sen haklıydın, ben güvenceyi ve sıradanlığı seçtim ama mutlu olamadım.
Kalkarlar. Ölünceye kadar bir daha görüşmeyecekleri hissedilir.
İkisi de haklıdır. İkisi de haksızdır.
"Bizi etkileyen roman kahramanlarını belirlemek, kendimizi anlamak yolunda bir yumağın ucunu çekip çözüverecektir" demiş Haşmet. Bundan daha güzel özetlenemezdi. Fazla da açılmayalım da bize düşmanlık güden itin kopuğun eline koz vermeyelim.