Ama biz bu konuyu çok tartışmıştık be kardeşim... Altmışlı yıllar bir yandan da bunun hayhuyuyla geçmemiş miydi? Şimdi nereden çıkıyor temcit pilavı?
"Karagöz'ün günümüzde bir anlamı kalmış mıdır? Günümüze uyarlanabilir mi?"
Ve de şu sonuca varmıştık: Günümüzde Karagöz'ün ancak "müzelik" değeri ve anlamı olabilir.
Yunanlılar yaptılar da... Atina'da, Plaka semtinde bir Karagöz Tiyatrosu var, sürekli oynatıyorlar. Tabii "Karaghiozis" ve "Hatziavatis" olarak (ama bu oyunlarda bir de "Mavromatis" vardır, ayrı bir tip, Karagöz isminin bire bir tercümesidir bu.)
Tabii bizde de birtakım cahiller "dolmamızı cacığımızı çaldıkları yetmiyormuş gibi şimdi de Karagöz'ümüzü çaldılar" diye ayağa kalktılar ama kimse onları ciddiye almadı.
Bir kere, Karagöz, tıpkı onların yaptığı gibi bir tür kukla tiyatrosu olarak korunmalı. Ama bu birkaç turistin ilgisini çeker, belki öğrencileri de okul gezilerinde götürüp zorla seyrettirirler, başka da kimsenin umurunda olmaz. (Merak etmeyin, Yunanistan'da da öyle.)
Antropolojik değeri vardır, sosyolojik değeri vardır. Lakin, "çocuklar için yumuşatılmış" örnekleri değil, her yaştan Osmanlı'nın seyretmiş ve gülmüş olduğu, yakası açılmadık belden aşağı şakalar da içeren "orijinal metinler" kullanılacak... (Tıpkı Nasreddin Hoca gibi... Ona buna terbiye dersi vermeye kalkan basının cici beyleri "asıl" Nasreddin Hoca metinlerini okusalar dehşete kapılırlar, hiç tanımadıkları halkın nasıl konuştuğunu da öğrenirler.)
Ama, Karagöz, son kalan yaşlı ustalardan Tacettin Diker'in gazetemize verdiği demeçte temenni ettiği gibi "günümüze uyarlanırsa" yaşayabilir mi, daha doğrusu yeniden doğabilir mi?
İlk bakışta cazip geliyor ama yanıt ne yazık ki hayır.
Yani nasıl olacak, sözgelimi kalem efendisi, halktan kopuk, Karanfilzade Tarçın Bey misali bir "Kılıçdarzade Kemal Bey" tipi (Hacivat oluyor), bir de "halk adamı Recep Efendi" tipi falan (bu da Karagöz), böyle mi?
Toplumun çeşitli kesimlerinden de çeşitli prototipler... Osmanlı Karagözü'ndeki gibi Arnavut, Rum, Yahudi, Oduncu, Bekçi Baba falan değil de güncel komikler, bir "yeni zengin" örneğin, bir "emekli memur", bir "taksici", bir "medya mensubu", bir "politikacı" falan...
Olabilir gibi görünecektir. Yaratıcılığa kalmış. İyi bir yazarın ve iyi bir mukallidin eline düşerse...
Ama karşısında "sinema" adı verilen koca bir dev var.
Biz de sinemanın olanaklarını kullanırız, "perde kurup şem'a yakacağımıza" filmini yaparız, diyeceksiniz...
Yapın bakalım, gişede iki seksen nasıl yatacak ve de yapımcının kaç bin lirasını batıracak...
Bu konu, özellikle "Ortaoyunu" ve "Meddah" bağlamında da çok tartışılmıştı altmışlarda... Rahmetli Metin And'ın konuyla ilgili temel kitapları, gösteri sanatlarına meraklı biz gençler arasında fırtınalar koparıyordu.
Ama birtakım "modern ortaoyunu, modern meddah" çabalarının hiçbiri tutmadı. Yürümedi.
Çünkü Osmanlı Tiyatrosu'nun "açık biçime" ve "yabancılaştırma efektine" dayalı özelliği günümüz için gerekli ve yeterliydi. Yok olmuş bir toplumun sanatını bire bir yeniden üretmeye çalışmak, akıntıya kürek çekmekten başka bir şey değildi.
Günümüzün meddahı Cem Yılmaz'dır, daha alt sınıflara seslenen Ata Demirer'dir. Yani "standup comedy"... Artık eline sopa, omuzuna mendil alıp "Hak dostum" diye söze başlamanın anlamı yoktur. Gülünç olur.
Günümüzün mükemmel ortaoyunu da, Tolga Çevik'in yaptığı... Kendisi Kavuklu, görünmeyen aksi yönetmen de Pişekâr... Seyirciyi de katarak ürettiği "soyut ve absürd, hafif de belden aşağı" güldürü tarzını Kel Hasan ya da Dümbüllü İsmail mezarlarından kalkıp seyretseler "işte bizim gerçek mirasçımız budur" deyip Tolga'yı alnından öperler, şu ünlü külahı da ona verirlerdi.