Türkiye'nin yakın geçmişinde bir "fetret devri" yaşamış olduğunda herkes hemfikirdir.
Bunu Ecevit'in 1999 yılında bir koalisyon kurmasıyla başlatıp 2002 seçimlerine kadar götürenler var.
Oysa gerçek fetret, yani zayıflık, kargaşalık ve başıboşluk, Özal'ın ölümüyle başla.... mamıştır, hayır, 1991 seçimlerini kaybetmeleriyle de başlamamıştır.
Özal'ın başbakanlıktan vazgeçip cumhurbaşkanlığına yükselmesiyle başlamıştır.
1989 yani...
"Fiilen" iktidar elden gitmiş, 1991 seçimlerine kadar ANAP uzatmaları oynamıştır.
Rahmetli Adnan Kahveci, "ekonomiyi küçülttük, seçimi kaybedeceğiz" demişti... (Gençler arasında "Adnan Kahveci de kim" diye soranları duyar gibiyim. O kadar mı morukladık yahu?...)
Artık yapabileceği hiçbir şey kalmamış olan Demirel'in 1991'de yeniden bir koalisyon kurması, hem de bunu SHP adı verilen "kifayetsiz" bir partiyle ve şimdi hiç utanmadan bir "siyaset dehası" olarak pazarlanmaya çalışılsa bile gelmiş geçmiş en kötü politikacılardan biri olan "oğul İnönü'yle" kurması da korkunç bir talihsizliktir.
Bunda ne yazık ki o zamanlar büyük şehir rantından pay kapmak için çırpınan ve sosyaldemokrat geçinen "aç köylülerin" ve bu koalisyonun kurulması için vargücüyle abanan "iktidar açı" Kemalist gazetelerin vebali vardır. (Sonucun nasıl bir hüsran olduğu da görülmüş ama ders alınmamıştır.)
Demirel daha koltuğa oturur oturmaz artık hiçbir hükmünün kalmamış olduğunu anlamış, el öptürerek vakit öldürmeye koyulmuştu. İki yılı böyle geçirdi.
Bu arada Çiller ve Yılmaz devirleri...
Kim tam olarak ne zaman geldi ne zaman gitti, tam hatırlamıyorum, açıp da bakmadım bile, çünkü önemsiz.
Ha, bir de Erbakan "parantezi" tabii, darbeyle devirilen.
Türkiye 1989 yılından 2002 yılına kadar boşlukta debelenmiştir.
Osmanlı'nın fetret devri 1402'den 1413'e kadar on bir yıl sürmüştü, cumhuriyetin fetreti on üç yıl.
Türkiye, altın değerindeki on üç yılını böylece çöpe atmıştır, hem de tam Sovyetler Birliği'nin yıkıldığı ve yirmi birinci yüzyılın ufukta göründüğü bir dönemde...
Dünya için bir "geçiş dönemi" olan doksanlı yıllar da bizim için ne yazık ki bir "bocalama dönemi" olmuştur. Sekiz yıldır da Türkiye "kaldığı yerden" devam etmekle kalmıyor, çok daha ileri gidiyor.
Şimdi dönüp bakınca herkes 2001 krizini hatırlıyor...
Onun kadar şiddetli olmasa da gene de hepimizi çok sarsan 1994 krizini kimse hatırlamıyor...
Biri Ecevit'in, öteki ekonomi profesörü Çiller'in ekonomik çapsızlığından kaynaklanmıştı!
Ve bazı Kemalist basın mensupları, bu Çiller'i yeniden ısıtıp yaşlı Cindoruk'un yerine, umutsuz parti DP'nin başına yeniden getirmeyi planlayacak kadar yerlere düştüler...
Bunun olamayacağını anlayınca buldukları alternatif, "sağı birleştirecek isim" diye pazarladıkları arkadaşları Süheyl Batum da gitti CHP'ye genel sekreter oldu!
Bu kişilerden bazıları benimle aynı mesleğe sahip olduklarından dolayı utanç duyuyorlarmış, haklıdırlar, onların yerinde ben olsaydım hatta intihar ederdim.
Bu adamlara kızmakla yanlış yaptığımı kabul ve itiraf ediyorum. Onlara kızmak değil acımak gerekir.
"Belki günün birinde bir tarafsız cumhurbaşkanı lazım olur" umuduyla kendini meclise atan ama cumhurbaşkanını halkın seçmesi "opsiyonunu" hiç hesaba katmamış olan Mesut Yılmaz bile onlardan daha gerçekçi ve tutarlı sayılır!