Ortadoğu'nun makûs talihini değiştirir ümidiyle Türkleri, Kürtleri, Arapları ve istikrarlı bir bölge arayışında olan herkesi umutlandıran Arap Baharı Mısır'da beklenenden ya da umut edilenden farklı bir yere geldi. Askeri yönetimin ardından yapılan seçimlerle başa gelen Muhammed Mursi bir darbeyle alaşağı edildi.
Mursi mahkeme karşısına çıkıp idamla yargılanırken darbeye riyaset eden Sisi ise başkanlık için adaylığını bugün yarın ilan edecek. Türkiye'de bazı Soğuk Savaş'ın soğuk yıllarından kalma köhnemiş gruplar hariç hemen herkes Mursi'yi sevmese de Sisi'nin meşru olmadığını tasdik ediyor. Darbeye darbe demeyen ABD ve AB ise şu an Ukrayna'da gösterdiği çabayı Mısır için göstermemekle suçlanıyor. Hadiselere Türkiye'nin zaviyesinden bakıldığında hem ABD-AB ikilisine hem de mevcut Mısır hükümetine sitem etmekte haklılık payı var. Ancak sitem ederken Mısır'a sadece Türkiye'den değil aynı zamanda eleştiriye muhatap olanların tarafından bakmak bu sitemleri daha temelli hale getirecektir.
Devrimden önce ABD ve AB'nin Camp David anlaşmasını harfiyen uygulayan ve Batı için tehlike olan hiçbir gruba göz açtırmayan Mübarek yönetimi ile ciddi manada bir sıkıntısı yoktu. Nitekim 2011 devrimi sürecinde ABD ve AB duruma gayet temkinli yaklaşıp, tereddütlerin ardından tabiri caizse 'karizmayı çizdirmemek' için bu 'demokrasi' hareketine destek verdiklerini açıklamışlardı. Ancak Batı'nın İhvan-ı Müslimin'den olan Mursi'yi desteklemeye hiç de niyeti yoktu. Ortadoğu'nun tamamıyla radikal ya da ılımlı İslamcılara bırakılması, İsrail'in güvenliği meselesi ve Mursi'nin bölgenin her yanında örgütlenmiş İhvan sayesinde Mısır'ın dış politikasını değiştirebileceği korkusu sebebiyle Batı 3 Temmuz'daki kanlı darbeden ve akabindeki anayasal değişikliklerden pek de bir rahatsızlık duymadı. Aksine İslamcılar başa geldiğinde toplumsal ayrışmaların su üzerine çıktığından dem vurularak zımnen Ortadoğu ülkelerinde seküler ve eli sopalı diktatörlerin daha iyi olabileceği imaları da yapıldı. Üstelik Suriye'de ya da Ukrayna'da olduğu gibi Mısır'ın Rusya'ya yaklaşması da söz konusu değildi. Ticaret hacmi, diplomatik yakınlık ve Mısır'a gelene kadar Putin Rusya'sının el atacağı çok fazla mesele olduğu için Batı oldukça rahat davrandı. Bu noktada Türkiye ise ilkeli bir tavır sergileyerek demokratikleşme çabası içerisine giren bir Mısır'ı destekledi, teşvik etti. Demokratik yollarla seçilerek parlamenter sistemde meşruiyetini tescilleyen Mursi hükümetinin de sonuna kadar arkasında durdu. Ancak uluslararası ilişkilerin doğası gereği bu desteğinin karşılığını da görmek isteyen Türkiye Sisi'yi arzuladığı Mısır için bir engel olarak gördü. Zira Türkiye sıfır sorun politikası ile ticaret üzerinden dış politikasını yeniden şekillendirmek gayretindeydi. Arap Baharı'ndan evvel bölgedeki diktatörlerle de anlaşma yoluna giden Türkiye diktatörlüklerin yıkılması halinde yeni demokratik hükümetlerle yeni sayfalar açabileceğini umuyordu.
Diktatörlüklerde bütün her şey tek bir adamın veya grubun ağzına bakarken nispeten demokratikleşmiş ülkelerle iş yapmak, diplomatik yakınlaşma içerisine girmek daha kolaydı. Üstelik Türkiye'nin bölge ülkelerine daha fazla ticaret, birlik oluşturma, serbest dolaşım hakkı gibi vaatleri İsrail hariç bölgede kimsenin aleyhine değildi. Ancak Mısır'ın karmaşık bürokratik ve idari yapısı, toplumsal ayrışma, içerideki taht kavgası dış politikada ciddi açılımlar yapmalarına zaten izin verecek gibi değildi.
Dış politikanın yanı sıra Sisi'ye ve darbeye olan halk desteği Türkiye'de herkesi şaşırttı. Oysa Nasır ve avenesi Hür Subaylar Darbesi'ni yaptıklarında yine halk sokağa dökülmüş, başlarına geleceklerden habersiz Nasır'ı kurtarıcı ilan etmişti. İhvan'ın da destek verdiği darbe aynı Sisi'nin darbesi gibi 'devrim' olarak adlandırılmıştı. Nasıl Mursi için ajan, hain, hırsız vs. deniyorsa o dönemde de Kral Faruk için benzer şeyler söylenmişti. Ancak kısa bir süre içerisinde halk Nasır'ın savaşlarından, ekonomik başarısızlıklarından ve iktidar hırsıyla sağa sola saldırmasından yoruldu. Nasır döneminde demokrasi naraları atanlar içeri tıkıldı, İhvan yasaklandı, fail-i meçhuller arttı, akademisyenler ve entelektüeller ülkeyi terk etti. Ancak halkın orduya karşı olan sevgisi hiç bitmedi, azalmadı. Zira İsrail'e karşı verilen mücadele başarısız da olsa devletin propagandalarıyla ordunun ciddi bir itibar kazanmasına yol açtı. Ekonomik anlamda Mısır'ın oligarşik yapısıyla yükselen ve halka karşı gayet acımasız olan burjuvadansa ordunun ekonomik faaliyetlerinde halkı bir nebze olsun gözetmesi itibarını artıran bir diğer sebepti. Üstelik Mısır'da hiçbir siyasi grup İhvan kadar örgütlü ve geniş bir sahada faaliyet gösterir değildi. Mısır'ın sekülerleşen kesimi, Kıptileri, az sayıdaki Şiileri ve İhvan'ı sadece bir kesimin temsilcisi olarak gören grupları ordudan hiçbir zaman vazgeçmediler.
3 Temmuz darbesi esnasında İhvan'ınki kadar olmasa da Sisi'nin de kayda değer sayıda destekçisi vardı. Sokaklarda her fırsatta Sisi lehine gösteriler düzenlendi. Ordu Rabia'da diğerlerini kurşuna dizerken Sisi destekçileri Tahrir'de kutlamalar yaptılar. Bu denli acımasızlaşabildiler. Çünkü iktidar kavgası sadece Mursi ile Sisi arasında değildi. Kavga, aynı zamanda İngiliz istimlâkinden bu yana aralarındaki ayrılığın gittikçe derinleştiği halkın muhtelif kesimleri arasındaydı. Zira Mısır'da 'Mısır kimindir' sorusuna herkes 'bizim' diye cevap verirken sadece kendi grubunu kastediyordu. Birçok Ortadoğu ülkesi gibi Mısır da toplumsal olarak birden fazla parçaya ayrılmış ve herkes birbirini çok uzun seneler evvelsinden düşman bellemişti. İşte bu sebeple bir kesim demokrasiyi teferruat olarak görüp Sisi'ye can-ı gönülden destek verdiler. Selefiler gibi pragmatik bir siyasi tavra sahip olanlar ise sadece Suud'un etkisiyle değil, kendi tabanlarının daha ziyade tüccarlardan yani ekonomik istikrara ihtiyaç duyanlardan oluştuğu için Sisi'nin yanında yer alarak Mursi'nin direnişine sırt çevirdiler. Zaten Mısır'da Mursi ve İhvan İslam ile değil siyasi bir düşüncenin temsilcisi olarak anılmaktaydı. Mübarek'in devrilmesinin ardından ortaya çıkan iktidar boşluğunu İhvan demokratik yollarla doldurmuştu. Ancak bu iktidar için 50 senedir bekleyen diğer siyasi gruplar bu noktada demokrasiyi önemseyecek değillerdi. Bu motivasyonla yola çıkarak 'benim olmuyorsa, İhvan'ın da olmasın' gibi bir hezeyana kapıldılar.
Mısır'da Mursi taraftarları Bahar'ın bittiğini söylerken Sisi taraftarları ise devrimin tamamlandığını iddia ediyorlar. ABD Cumhuriyetçilerin baskıları ile yardımların bir kısmını dondururken AB Ukrayna'ya odaklanmış durumda. İsrail ise hayatından oldukça memnun görünüyor. Mısır'ın nereye doğru sürükleneceğini öngörmek ise çok da kolay değil. Ancak Mısır'da darbeden, devrimden, demokrasiden bahsederken Türkiye'nin içerisinde bulunduğu sosyal dinamiklerle, mevcut dış politika paradigmalarıyla değil Mısır'ın elindekilerle hadiselere bakmak gerekiyor. Aksi takdirde veryansın etmeler Mısır'ın hengâmesi içerisinde kaybolup gidiyor. Gerek uluslararası ilişkilerde gerekse iç iktidar mücadelesinde yani siyasette herkesin 'menfaati' doğrultusunda hareket ettiğini unutmamak gerekiyor. Menfaate menfi bir mana hamlederek Türkiye'nin Arap Baharı'na olan teveccühünü ya da Batı'nın her zamanki ikiyüzlülüğünü eleştirmek değil ama yerden yere vurmak siyasetin doğası gereği bir yere oturmuyor.
Ancak Türkiye'nin bu durumda bir B planı yapıp yapamayacağı, Mısır iç siyasetini daha iyi tahlil edip edemeyeceği, daha fazla değişkenleri ve sabiteleri hesaba katıp katamayacağı önümüzdeki dönemlerde 'sürdürülebilir' bir dış politika tesisi açısından tartışmaya açılmalı.
yusuf.inanc@sabah.com.tr
@yusufsinanc