Başbakan Erdoğan çeşitli temaslarda bulunmak üzere Brüksel'e gittikten sonra Avrupa'ya devam eden yolsuzluk meselesine bağlı olarak 'paralel yapılanmayı' anlattığını ve onların da durumu anladıklarını söyledi. Erdoğan'ın görüştüğü heyetlerin üyeleri aslında tüm olup bitenin farkındalar. Ancak hükümetin dini referans alan ve devletin muhtelif kurumlarına sızarak idari aygıtı ele geçirme peşinde olan bir cemaate karşı verdiği mücadeleyi hangi açıdan ele aldıklarını sormak gerekir. 'Demokratik ve hür bir Türkiye' ya da idari mekanizma dışındaki yapılanmaların müdahalelerine uğrayan bir Türkiye mi Batı'nın ilgisini daha çok celp ediyor? Bu sual aslında Batı'nın içerisinde bulunduğu fikri manadaki idari krize sorulmaktadır. Daha açık bir ifadeyle neredeyse bir asrı deviren, komünizmi mağlup eden ancak birçok temel problematiği çözümleyemeyen Batı demokrasileri Türkiye gibi yeni yeni demokrasisini sağlamlaştırmaya çalışan bir ülkenin cemaate ya da demokrasiyi tehdit eden yapılanmalara karşı verdiği reaksiyonu ne kadar umursuyor?
Batı tecrübesinden istifadeyle ifade edilebilir ki demokrasi hem idari sistemin adı hem de idari erkelere meşruiyet sağlayan bir sistemler bütünüdür. Erdoğan Batı'ya ait olan bu tanımlamayı iyi bildiği için gerek Gezi olaylarında gerekse 17 Aralık operasyonunda sık sık meşruiyetini 'demokratik' seçimlerden yani halktan alan ve yürütme erkinin sınırlarının dışına çıkmayan 'meşru' hükümet vurgusu yaptı. Keza Mısır'daki darbe sürecinde de Erdoğan Muhammed Mursi'nin seçilmiş bir lider olması hasebiyle demokrasinin neşet ettiği Batı'dan demokrasi üzerinden meşruiyetini kuran İhvan hükümetini müdafaa etmelerini istedi. Açıkçası Erdoğan'ın bu tavrı teorik olarak düşünüldüğünde gayet tutarlı gözüküyor. Ancak bu noktada 2010 senesinde Metis Yayınları'ndan çıkan 'Demokrasi Ne Alemde' kitapta yer alan "Demokrasinin Bayrağı" adlı makaleyi hatırlamak gerekir. Makalenin müellifi Fransız solunun önemli isimlerinden Alain Badiou Batı'nın ikiyüzlülüğüne dikkat çekerek, 'dışarıda kalanların' ya da 'dışlanmışların' demokratikleşip demokratikleşememelerinin Batı demokrasileri için bir önemi olmadığına vurgu yapıyor. Batı dışında kalan dünyanın temelleri sömürgecilik döneminden de önceye giden bir 'ben' ve 'öteki' algısı sebebiyle değersiz olduğu makalede söyleniyor.
Batı dışı dünya ki kan, savaş, yalan, intizamsızlık, istikrarsızlık oradadır, demokrasiye hicret etmek zorundadır. Ancak bu hicretin önünde mülteci komiserlikleri, uzun vize prosedürleri, emniyet tahkikatları gibi birçok mânia bulunur. Batı dışı dünya hicret etmeden kendi topraklarında demokrasi kurmaya kalkarsa ya önü kesilir ya da başarıları değersizleştirilir. Zira Platon demokrasinin öznesinin hazzı üzerinde kurulduğunu ve bunun gayet sübjektif olduğunu vurgular. Bu sebeple Batı haz alamayacağı bir demokrasiden haz etmez. Bu durum baştan beri Batı demokrasi idrakinde mündemiç olsa da Soğuk Savaş döneminde 'demokratikleş(tiril)me' bir ideoloji haline getirilmiştir.
Demokratikleşen ülkelere yapılan maddi yardımlar, haklarında sarf edilen hoş sözler Türkiye gibi fakirlikten kurtulmak isteyen, bölge üzerinde söz sahibi olmak isteyen ülkelere gayet cazip gelmiştir. Ancak komünizmin yıkılmasının ardından elde tek ideoloji olarak kalan hür ve demokratik dünya kapitalizmin uluslararasılaşması ile tamamıyla ekonomik bir temele oturmuştur. Batı'nın diktatör Mübarek ile gayet iyi anlaşmasını, 28 Şubat'a karşı çıkmamasını anlaşılır kılan da bu durumdur. Batı demokrasinin özne hazzı üzerine müesses olduğu fikrini yeniden politikaya dökerek dış ilişkilerini 'demokratik meşruiyet' üzerinden değil ekonomik istikrar, gerekli görüldüğü anda durdurulabilme, doğrudan manipüle edilebilme gibi sömürgecilik döneminin dinamikleri üzerinden kurmaya başlamıştır.
Bu tespitler Erdoğan'ın paralel yapıyı Batı'ya anlatmasına uyarlanırsa ortaya çıkan sonucun pek de iç açıcı olmadığı görülür. Batı Erdoğan'ın bahsettiği demokratik ve meşru hükümet, gayr-i meşru ve siyaset dışı örgütler arasındaki farklılığı pekâlâ anlamıştır. Ancak bu anlama halinin Batı'nın dış politikasını ne denli şekillendireceği ise şüphe götürür. Erdoğan'ı Gezi olayları esnasında 'diktatör' diye yaftalayarak demokratik meşruiyetinin olmadığı hezeyanını dünyaya satmaya çalışan Batı'nın asıl meselesinin bu olmadığı açıkça görülebiliyor. Batı halkları ve mütefekkirleri bu ikiyüzlülükten ve artık çarklarının yavaşladığı sistemden sıkılmış olacaklar ki devletin ve idarenin meşruiyet noktaları ve politika yapımının referansları konusunda bol bol sualler soruyorlar. Erdoğan Batı'nın fikri anlamdaki krizinin gittikçe derinleştiği ve aynı zamanda su yüzüne çıkmaya başladığı şu günlerde 'demokratik meşruiyet' vurgusu yaparak Batı'nın elini kolunu bağlıyor. Retorik olarak Erdoğan'a gayr-i meşru diyemeyen Batı bölgesel dengeler ve karşılıklı ekonomik ilişkiler gereği eli kolu bağlı oturuyor. Bu durumu fırsat bilen Erdoğan gerçekleştirdiği ziyaretlerle Batılı 'dostlarının' ızdırabını artırıyor.
yusuf.inanc@sabah.com.tr
@yusufsinanc