Fethullah Gülen cemaatinin başrolde olduğu yargı gücüyle hükümet devirme teşebbüsünün sadece iç siyaset ile ilgili olmadığı her geçen gün anlaşılıyor. Ortadoğu'da hızlı bir şekilde değişen dengeler AK Parti'nin değil ama Erdoğan'ı istenmeyen adam haline getirdi. Bunun bir komplo teorisini olmadığı bölge biraz takip edildiğinde ABD'nin tavırlarından kolaylıkla anlaşılabilir. Gülen cemaati ile Erdoğan'ın anlaşmazlığının da dershaneler ya da yolsuzluk meselesinden ziyade Türkiye tasavvuruyla ilgili olduğu ortada. Gülen cemaati, Türkiye'nin değişmesi istenen dış politikasına etki edecek toplumsal bir aktör olarak yer alıyor. Ancak Gülen cemaatinin "siyasi" bir aktör olmamasına rağmen yargı üzerinden bir operasyon yapmaya çalışması söz konusu sürecin en temel sıkıntılarından birisini oluşturuyor.
Düne kadar Erdoğan ile gayet iyi geçindiği söylenebilecek olan ABD ve çevresindekiler nasıl oldu da Erdoğan'dan bu kadar çok kurtulmak ister hale geldi? Bu soruya aslında aynı kapıya çıkan ancak farklı yollardan dolaşan iki cevap verilebilir.
Birincisi Rusya uzun bir aradan sonra bölgeye geri döndü. Gerek İran'ı kollayan tavırları gerekse Esed rejimini ayakta tutabilmek için saçtığı milyar dolarla gerekse de Gürcistan'ın ardından Ukrayna'da da ABD'ye karşı zafer kazanmak üzere olması Sovyetler'in yıkılmasının ardından ilk defa Putin'in riyasetinde bölgeye ağırlığını koyduğunu gösteriyor. İkinci sebep ise ABD'nin Ortadoğu'daki hâkimiyetinin son senelerde gittikçe azalıyor olmasıyla ne yapacağını bilemez hale gelmesi ve bölgedeki dengeleri lehine değiştirebilmek için tüm müttefiklerini hiçe sayarak bir çaba içerisine girmesi olarak görülebilir. ABD bu çaba kapsamında son bir teşebbüsle değişen Türkiye'yi kendi emri altında tutmaya çalışıyor. Vaziyetin değiştiğini idrak eden Gülen cemaati ise Türkiye'yi hizaya çekilebilir bir devlet haline getirmek isteyenlerin emellerine iştirak ederek, devleti ele geçirebilmek gibi bir hedefe kitlenmiş görünüyor.
Rusya içerde, ABD dışarda
Son zamanlarda birçok analist 'Russia is back' (Rusya geri döndü) tabirini sıklıkla kullanmaya başladı. Ekonomisini büyük ölçüde toparlayan, Sovyetler bakiyesi Orta Asya ve Balkan ülkelerinde ticari ve kültürel anlamda önemi inkar edilemez bir etkinlik gösteren Rusya, Çin ile ilişkilerini düzeltirken Ukrayna gibi ülkeleri de kontrol altına almayı başardı.
Yaklaşık 1 aydır Ukrayna'da devam eden AB yanlısı gösteriler ABD ve AB'nin açıklamalarına ve ziyaretlerine rağmen bir neticeye varamadı. Dahası Rusya, geçen yıl Ukrayna'ya verdiği 15 milyar dolara ek olarak gösterilerin başlamasının ardından 3 milyar dolar daha hibe etti. Rusya'nın Suriye'de Esed'e yaptığı yardımlar ise 20 milyar doları geçti. ABD ise buna karşılık bölgeye yeterli kaynak ayıramadığı gibi bölgede olup biteni de okuyamaz durumdadır. Irak'tan çekilirken yerine Rusya ve İran ile gayet iyi anlaşan Maliki hükümetini bırakması, Arap Baharı esnasındaki mütereddit tavırları ve Suriye'ye baştan beri yeterli özeni göstermemesi, Mısır'daki askeri darbeyi 'demokrasinin restorasyonu' olarak tanımlaması aslında meydanı Rusya'ya bırakmak oldu. ABD'nin "ılımlı" İslamcıları gözden çıkarması ise El Kaide'nin güçlenmesine sebep teşkil etti. Suriye'de durumun bu denli vahim bir hal almasının sebeplerinden birisi de ABD'nin baştan Özgür Suriye Ordusu'na yeterli destek vermeyip, El Kaide'nin günbegün kuvvetini artırması. Aynı şekilde Mısır'da İhvan'ın siyasetten silinme çabası Sina'daki radikal grupları güçlendiriyor.
Benzeri bir durum Gazze için de geçerli. Oysa Rusya'nın bu gruplarla çok da büyük bir derdi yok, yeri geldiğinde anlaşma da yapabilir. Ezcümle ABD Ortadoğu'da işlerin için sıyrılmaya çalıştıkça en büyük rakibi Rusya koltuğa kuruluyor.
ABD ve Gülen
ABD böylesi bir vaziyetteyken Türkiye'de Erdoğan gibi bir lider yerine kendisine zorluk çıkartmayacak, Çin'den füze almayacak, "Şanghay İşbirliği Örgütü'ne girer AB üyeliğinden ayrılırız" demeyecek, İsrail'in verdiği Mavi Marmara tazminatını derhal kabul edecek, Mısır'daki darbecilerin cürmünü yüzlerine vurmayacak, Kürtlerle tamamen barışıp manipülasyon imkanlarını yok etmeyecek, kapının arkasından dolanıp İranla ticaret yapmayacak bir lider istiyor. Böylelikle 1990'lardaki gibi rahatlıkla kontrol edilebilir bir Türkiye istiyor.
Gülen cemaati ise tasfiye ettikleri Ergenekon gibi devlet içerisinde yuvalanacakları delikler açmak istiyor. Erdoğan'ın bu sızıntı yapan delikleri kapatmaya çalışması ise rahatsızlık yarattı. Türkiye tam demokratikleşiyor, şeffaflaşıyor, sadece seçilmiş hükümet tarafından yönetilir hale geliyor derken Gülen cemaati hem emniyet hem de yargı içerisinde mevzilenerek hükümete direktifler verlermeye başladı.
Önceleri var olan ve en son 28 Şubat gibi bir faciaya neden olan askeri vesayet yargı ve emniyet üzerinden tesis edilen dini bir vesayete tahvil edilmeye çalışılıyor. Büyük ölçüde halledilen Kürt meselesi ise Gülen çevresinde ayrı bir rahatsızlık yaratıyor. Türkiye'yi karıştırmak, zarara uğratmak, teyakkuza geçirmek yani bir hükümeti yerinden etmek için biçilmiş kaftan olan Kürt meselesinin barış sürecine girmiş olması vesayet meraklılarının elinden en büyük kozlarının alınmış olması anlamına geliyor.
Gülen cemaati ile ABD arasında menfaat benzerliği var. ABD'nin bölgedeki oyunlarına Türkiye olarak hem alışığız hem de daha hazırlıklıyız. Ancak cemaat denilen bir yapının gelip devlet üzerinde hakimiyet kurmak istemesi gerçekten seküler bir gelenekte anlamakta zorluk çektiğimiz bir durum. Hem öğretileri itibariyle siyaseti reddeden hem de siyasi taleplerimizi yerine getirmedi diye hükümet devirmeye kalkan bir cemaat var ortada. ABD de bu tabloda hayalindeki Türkiye'ye kavuşmak adına Gülen cemaatinin yanında saf tutuyor.
yusuf.inanc@sabah.com.tr
@yusufsinanc