HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın kendi deyimiyle "alelacele" gerçekleştirilen Washington ziyareti şehirdeki gönüllüleri ile birlikte adeta bir şov haline getirildi.
Demirtaş'ın Ortadoğu Enstitüsü'ndeki konuşması öncesi Baskın Oran, Koray Çalışkan ve Abdülhamit Bilici ile salonun çoğunlukla Kürt yahut HDP destekçisi olan kitlesi coşturuldu.
Sonra Demirtaş geldi. Moderatör Gönül Tol gülümseyerek, hayran hayran Demirtaş'a kendi taraftarlarını daha da coşturacak sorular sordu. Her cevaptan sonra salon alkışla yıkıldı. Laf atmalar ve gülüşmeler rutin hale geldi...
Derken çok beklenen soru-cevap kısmında da daha önceki panellerde olduğu gibi köşelere koyulan mikrofonlar önünde insanların sıraya girip soru sormasına izin verilmedi. Tol, kendisi tek tek seçerek soru sorma hakkı tanıdı. Böylelikle Demirtaş'a sert soru sorulmasının önüne geçti. Sorular da hep Demirtaş hayranları tarafından soruldu.
Demirtaş gittikten sonra da salonun yarısı boşaldı. Çünkü belli ki Demirtaş'ın fan grubunun konferansın gerisini izlemek için bir nedeni kalmamıştı.
HDP lideri gelmişken ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Anthony Blinken ve Beyaz Saray eski Ortadoğu Direktörü Robert Malley ile görüştü. Malley Kasım ayı itibariyle ABD Başkanı Obama'nın DAEŞ'le mücadele özel danışmanı haline getirildi. Dolayısıyla bu toplantının tamamının Suriye ve DAEŞ üzerine olduğunu söylemek yanlış olmaz.
"ABD'li yetkililer dinlemekle yetindi"
Demirtaş, Cuma günü ayrılmadan önce, sabah erken saatlerde Türk basını ile buluştu. Burada yaptığı görüşmelerde Türkiye'deki Kürt sorunu çözülmeden Suriye'de başarılı olunamayacağını anlattığını söyledi. "ABD'liler bu görüşlerinize ne tepki verdi?" sorusuna ise, "dinlemekle yetindiler. Çoğunlukla saygı duyuyoruz dediler. Bir şey söylemediler" dedi.
Basın toplantısında Demirtaş'a neden rock star muamelesi yapıldığını anladım. Devamlı gülümseyen, sıcak görünmeye dikkat eden, konuşması oldukça akıcı, hiçbir soruya cevap vermekte güçlük çekmeyen bir siyasetçi görünümü veriyor. Bilindiği üzere Türkiye'de bu tip siyasetçilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Önce Erdoğan'a ılımlı mesajlar
Basın toplantısı da hayli ilginçti. Önce Cumburbaşkanı Erdoğan'a sıcak mesajlar verdi. "Kandil ve hükümet arasındaki müzakerelerin detaylarından Tayyip bey haberdar değildi. Kendisine Öcalan silahsızlanma çağrısı yapacak dendiği için her şeye izin verdi. Fakat müzakerelerdeki detayları bilmiyor yahut önemsemiyordu. Bence Tayyip bey oyalandı. Çünkü kestirip atabileceğinden korkuluyordu" dedi.
Tabii burada müzakerelerin çöküşüyle ilgili daha çok hükümet heyetine ve hatta MİT'e suç atıp Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yeni bir ilişki kurma arayışı içerisine girdiği görülüyor. Öte yandan Ortadoğu Enstitüsü'ndeki konuşmasında da Başbakan Davutoğlu ile bir araya gelebileceğini söyledi.
Sonra şahinleşti...
Fakat basın toplantısının ilerleyen dakikalarında şahinleşti. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın devleti "son Türk yurdu Kürtlerin eline geçecek" şeklinde bir söylemle Milli Güvenlik Konseyi'ni ikna ederek PKK'ya karşı savaş açmakla suçladı. "Müzakerelerin çökmesi ana olarak seçimle ilgili değildi. Bu yüzden seçim bittikten sonra da savaş devam etti. Çünkü devlet karar aldı" dedi.
Demirtaş'ın MGK toplantısında böyle bir şey konuşulduğunu öğrenecek bir istihbarat ağının elinde olmadığı çok açık. Zaten kendisi de bununla ilgili bir kaynak veremiyor. Fakat çok inandırıcı ve kesin konuşuyordu. "Biz bu yola başımızı koymuşuz" diyerek Kürt sorununu çözmeye çalışan bir liderin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "son Türk yurdu" gibi Ülkü Ocağı'nda konuşulacak bir söylemle devleti topyekûn harbe hazırladığını iddia etmek inandırıcı değil.
Kaldı ki hem Erdoğan hem de Davutoğlu çözüm sürecinin dondurulduğunu ifade etti. Yani Demirtaş'ın dediği gibi tüm çözüm süreci bitirilmiş değil. Demirtaş tüm bu sözlerine rağmen "umutlu" olduğunu ifade ediyor. Çünkü siyaset Cumhurbaşkanı Erdoğan'ndan ibaret değilmiş.
Artık barışı kimle yapacaksa?
"ABD'nin politikaları emperyalist"
Benim kendisine yönelttiğim sorular daha çok dış politika alanına ilişkindi.
Malum ABD basını HDP'yi ABD'nin en büyük dostu olarak sunuyor.
Demirtaş'a yaz başında bir Alman gazetesine verdiği ve Kürtlerin ideolojik olarak anti-emperyalist olduğunu söyleyen demecini sordum. "ABD'nin şu anda bölgedeki politikalarını emperyalist buluyor musunuz?" dedim.
"Fikirlerimde hiçbir değişiklik yok. ABD ve Rusya Ortadoğu'da insani yardım için bulunmuyor. Emperyalist nedenler ile oradalar. Suriye Kürtleri ve ABD arasında ideolojik bir uyum yok. Taktik bir işbirliği var. İdeolojik çatışma ne zaman, nasıl başlar bilemem" dedi.
Hâlbuki ABD'nin eleştirdiği "emperyalist" politikaları şu anda Suriyeli Kürtlere tarihin en büyük avantajını tanıyor. Bu durumda Suriyeli Kürtler "emperyalizmin maşası" haline mi gelmiş oluyor?
"ABD Ahrar'a silah gönderdi"
Daha sonra ABD ve Batı'nın Suriye'de Özgür Suriye Ordusu'na gönderdiği silahların Ahrar El Şam ve El Nusra'nın eline geçtiğini, Amerikalıların bu grupları hatalar yaparak, istemeden silahlandırdığını iddia etti.
Son olarak kendisine Lübnan'ın Hizbullah'a yakın El Manar kanalına çıkıp "Hizbullah'ın onurlu mücadelesini selamlıyorum" deyip demediğini sordum. Kanalın haberine rağmen, "ben öyle bir şey demedim. Halkların direnişini selamlıyorum dedim" şeklinde cevap verdi. Hizbullah'ın Esad'a verdiği desteği sorduğumda da ilginç bir yanıt aldım.
"Hizbullah'ın Esad'a destek vermesi gibi bir şey yok. Tahran, Bağdat, Şam ve Hizbullah aynı direnişin, Şii direnişinin birer isimleridir. Birbirlerine yardım etmelerinden doğal bir şey yoktur" dedi.
Demirtaş, bu Şii direnişine destek veriyor mu, orasını söylemedi.
Ama cevap açık sanırım.