Türkiye hakkındaki çalışmalarıyla bilinen bir Amerikalı uzman geçen aylarda yazdığı bir makaleyi New York Times'a gönderir. Makalede ABD ve Avrupa'nın Ortadoğu'da karşılaştığı güvenlik riskleri yüzünden Türkiye ile daha aktif bir şekilde iletişime geçmesi gerektiği savunulmaktadır. Fakat uzman hiç beklemediğim bir şey ile karşı karşıya kalır.
Makalenin gönderilmesinin ardından NYT editörlerinden biri arayarak, "makalen çok dengeli fakat basamayız" der. Çünkü makalede yeterince Erdoğan eleştirisi yoktur. Uzman makalesinde hem Türk iç politikası hem de dış politikasına karşı ciddi eleştirilerin olduğunun altını çizer ama editör ikna olmaz. Dürüst bir şekilde, New York Times'ın Erdoğan ile ilgili bir sorunu olduğunu söyler.
Geçen hafta görüştüğüm bir Amerikalı uzmandan dinlediğim bu hikaye şaşırtıcı değil. NYT 1 Kasım seçimlerinin hemen ardından aynı gün 4 makale basarak, ki bir tanesinde yazarın adı bile yoktu, seçim sonuçları nedeniyle AK Parti'ye saldırmayı tercih etti. Seçim sonuçları konusunda yanılan muhabirleri ve köşe yazarlarıyla ilgili ise her zamanki sessizliğini korudu.
Ne yazık ki, New York Times yalnız değil. Yaklaşık son iki yıldır gerçekleşen seçimler ABD'deki sözde Türkiye uzmanlarının Türk iç politikasını anlamakta zorlandığını ortaya çıkardı. Taraflı bakış açılarını ve analitik sorunlarını seçim sonuçlarını bir türlü tutturamamalarına ragmen sürdürmekte bir sakınca görmüyorlar. Yine aynı yanlış makaleleri yazmaktan, benzer panel konuşmalarını vermekten kaçınmıyorlar. Hiçbir şekilde kendilerinden de şüphe etmiyorlar. Bu konuşmaların ve yazıların da içerisinde pek çok maddi hata olduğunu söylememize gerek yok.
Örneğin, Washington'ın önde gelen dergilerinden Foreign Policy, geçen yıl Sisi rejiminin destekçisi Birleşik Arap Emirlikleri'nden sponsorluk alırken, Türkiye lehine olan hiçbir makaleyi basmadı. Sisi'nin kanlı diktatörlüğünü destekleyen bir monarşiden para almayı kendine yediren derginin, Türkiye'ye olan bir olumsuz tavrını nasıl açıklamak lazım?
Konuştuğum başka bir Amerikalı Türkiye uzmanı ise şöyle söyledi: "Çok bir seçeneğin yok. Ya sessiz kalacaksın, ya da Türkiye üzerine yazıp, konuşuyorsan tavır değiştireceksin. Eğer etkili think-tank'lerin panellerinde konuşmak istiyorsan Erdoğan karşıtı olmak zorundasın. Hiç kimsenin yapıcı eleştiriye tahammülü yok. Fakat ben kişilere saldırmak istemiyorum bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyorum."
Bunun yanında Türkiye halkla ilişkiler faaliyetlerini beceremeyen bir ülke. Fakat Washington'daki durum bundan da ötede bir yerde. İsrail lobisi ve Gülen ağı gibi Türkiye'nin geleneksel dostları artık aleyhimize çalışıyor. Gülen'in Aralık 2013'ten beri Kongre ve medyadaki Türkiye aleyhine çalışmalarını yadsımamak gerekiyor. Bir uzman, Türkiye'nin ücretli lobiciler yerine samimi dostlara ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu da Kongre'ye daha fazla Türk-Amerikan toplumundan temsilci göndermekle, lobi yapmakla mümkün olabilir.
Türkiye lehine konuşan uzmanlar da çeşitli politik gruplardan kişilerce AK Parti hükümetinin kuklası olmakla suçlanıyor. Marjinalleşme tehlikesi o kadar büyük ki, bu konu hakkında ismini açıktan vererek konuşan bir kişi bulmak hayli zor.
Eğer bu durum değişmezse Washington Türkiye'yi anlamamaya devam edecek ve gelecek günlerde daha da önem kazanacak iki ülke arasındaki ilişki de zarar görmeyi sürdürecek.