Aradan 2 bin yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen Roma Cumhuriyeti'nin ünlü komutanı ve diktatörü Jül Sezar'ın en yakınları tarafından ihanete uğrayarak öldürülmesi gündelik politikayı bile takip etmekte zorlanan toplum hafızasında önemli bir yere sahip. Hepimizin bir şekilde dünyasına giren ve arka planını çok araştırmadığımız bu olayın dünya üzerindeki etkisi ise yüzlerce yıl sürdü.
Gerçekte, hemen hemen herkesin aşina olduğu "Sen de mi Brutus, öyleyse yıkıl Sezar" cümlesi de İngiliz yazar Shakespeare'in Julius Ceasar adlı tiyatro oyununda icat ettiği etkileyici bir sonsözdür.
Elizabeth Taylor'ın başrolünü üstlendiği 1963 yapımı Cleopatra filminde de görüleceği gibi Sezar ölümü sırasında hiç konuşmamıştır.
Tarihi kaynaklara göre Sezar'ın ölümü şu şekilde olur: Sezar kimsenin kendisine bir şey yapamayacağını düşündüğü Roma Senatosu'na girer, Senatörlerden biri kendisine bir talepte bulunmak için yaklaşır ve Sezar'ın elbisesini çekiştirerek onu sinirlendirir. Daha sonra komplonun mimarları sırayla Sezar'ı bıçaklar. En son da oğlu yerine koyduğu Brutus, ki ailesi Roma Cumhuriyeti'nin kurucularından biridir, son darbeyi vurur. Katledilirken hiçbir şey söylemeyen Sezar, ancak utancından elbisesi ile yüzünü kapatır. Komploya katılan herkes Sezar'a bir bıçak darbesi vurmuş, kimileri de o kalabalıkta birbirini yaralamıştır.
Ünlü Fransız ressam Jean-Léon Gérôme'un olayı adeta bir fotoğraf gibi çeken, (fakat özellikle giyim ve salon konusunda gerçekle büyük farklılıkları bulunan) resminde saldırganların ellerindeki bıçakları havaya kaldırarak olayı kutladıkları görülüyor. Fakat yüzlerine dikkatli bakıldığında Sezar'ı öldürdükleri halde öfkelerinin geçmediği, sanki birkaç kişiyi daha öldürmeye hazır oldukları hissediliyor. Peki bunları o denli kızdıran şey neydi?
Sezar'ın kendisini tiran ilan edeceği daha da kötüsü Cumhuriyeti sonlandırarak bir Krallık kuracağı korkusu.
İşin garip yanı Cumhuriyeti koruma gayesiyle yapılan bu suikast aynı zamanda Cumhuriyetin ölümünü de garantilemiştir. Sezar'ın varisi olarak ilan ettiği Gaius Octavius, yıllar süre ve birkaç savaşa yol açan mücadelenin ardından Sezar'ın katilleri başta Brutus ve Cicero olmak üzere tüm komplocuları öldürecek, Cumhuriyet'i katlederek yerine otoritesini kendinden alan Roma İmparatorluğu'nu kuracaktır. Octavius kendine isim olarak da Caesar Divi F. Augustus'u seçmiştir. Roma'daki İmparatorların "Sezar" ünvanı böyle başlar.
Modern beyinlerimizin es geçtiği enteresan bir bilgi de diktatörlük makamının Roma Cumhuriyeti'nde hukuki bir işlevinin olması. Eski Roma'da Senato'nun atadığı iki eşit konsül ülkeyi yönetiyordu. Eğer iki konsülün yetkisi tek bir kişide birleşirse ona Diktatör deniyordu. (Yani dikte eden.) Diktatör aldığı tüm kararları Senato'ya onaylatmak zorundaydı. Bugünün tersine o dönemde baskı ve şiddet uygulayan yöneticiye ise "tiran" yani otoritesini Senato'dan değil, kendinden alan lider ifadesi uygun görülüyordu.
Sezar'ın öldürülmesi halkta büyük bir tepki yarattı ve Roma Cumhuriyeti'nin nefesini teslim etmesine yol açan olayları araladı. Tiran korkusu yerine Krallık'tan yetki bakımından daha az demokratik olan İmparatorluk makamını yarattı.
Nedense ben bu olayın bir metafor olarak modern siyasi hayatımızda da tekrarlandığını düşünüyorum. Yani "evdeki bulgurdan olma" hali, aralıklarla devam ediyor.
Bugün halkın çok sevdiği ve onlarca demokratik reformun ve ekonomik ilerlemenin arkasındaki sözde "diktatöre" düşünsel suikastte bulunanlar yerine gelebilecek en muhtemel gücün ise en temel haklara bile riayet etmekte zorlanacak bir yönetim olacağını görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar.