Koalisyon için henüz resmi bir adım atılmadı. Meclis Başkanlık Divanı oluşturulmadığından dolayı, hükümeti kurma görevi de verilmiş değil. Bu durum, bir koalisyonun önümüzdeki Ağustos'un ikinci yarısına kalabileceğini gösteriyor. Türkiye koalisyon konusuna kilitlenmişken başka gündemler göz ardı ediliyor. Bunlardan biri de yargı reformuyla ilgili…
Son bir kaç yılda toplumun yargıya güveninin ciddi bir şekilde zedelendiği biliniyor. Geçtiğimiz sekiz ayda yeni HSYK bu konuda güven tesis edici işlemler yapıyor olsa da, güvenin arzu edilen noktada olmadığı konusunda pek çok kişi hemfikir. Geçtiğimiz ay Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu'nun hazırladığı çağrı, Türkiye'de bu soruna değinmesi bakımından oldukça önemli ve dikkat çekici. Komisyonun bu çağrıyı kaleme almasında Gülen grubuna mensup yargıç ve savcıların örgütlü bir şekilde ve gerçekleri çarpıtarak yaptıkları başvurunun etkisi yok değil. Nitekim Komisyonun kaleme aldığı metin ve ekleri, Komisyonun herhangi bir araştırma yapmaksızın sadece Gülen grubundan gelen toplu mektuplar ve mesajlara göre hareket ettiği izlenimini veriyor. Nitekim metindeki ön kabullerin pek çoğu, Gülen Grubuna mensup kanaat önderlerinin ve medya mensuplarının Türkiye'de kullandıkları cinsten… Yetkisizlik ve görevsizlik nedeniyle yok hükmünde karar aldıkları ve bu kararların dünyanın hiç bir ülkede icra edilebilir olmadığını kendileri bilir, Komisyon da pekâlâ bilir. Ancak gerçekler çarpıtılır, Komisyon bu konuda hassas davranmaz ve Türkiye kurumları Avrupa'yı çoktan boşlarsa, bu tür çağrıların ortaya çıkması kaçınılmaz. Yine de Komisyon açıklamasına sadece Türkiye aleyhine haksız bir çağrı olarak bakmak da doğru değil.
Zira bu çağrı yargıya dair anayasal ve yasal güvencelerin korunması ve güçlendirilmesi talebini de dile getiriyor. Bunların başında coğrafi güvence geliyor. Gerçek şu ki, yargı güvencesinin temel unsurlarından biri coğrafi güvencedir. Türkiye Anayasası ve yasalarında bu bir güvence olarak kabul edilmiyor. Katı merkeziyetçi yapı nedeniyle yargıç rotasyonu genel kural mahiyetinde. Bu her ne kadar HSYK'nın hazırladığı ilke kararlarına göre ve öncelikli olarak yargıçların yaptıkları tercih arasından belirlense de, gerçekte bir hâkimin meslek hayatı boyunca ülkenin neredeyse tamamında görev yapmasına yol açıyor. Türkiye'nin bu uygulaması yargıç güvencesinden çok, "raison d'Etat" anlayışına işaret ediyor.
Buradaki esas sorun ise, disiplin soruşturması sonucunda yer değiştirme cezası alan yargıcın coğrafi yer değişimine zorlanması, özellikle doğu bölgelerine gönderilmesidir. Devletin bu uygulaması doğu bölgesinin aslında bir sürgün bölgesi olduğunu, dolayısıyla bu gölgenin adil bir yargı pratiğine layık görülmediğini gösteriyor.
Bu sorunun yeni Meclis'in gündeminde yer alması gerekir. Ancak mesele sadece bununla sınırlı değil. Zira Türkiye'de yargıya güven sorunun tek nedeni yargıçların coğrafi güvencelerden mahrum olması değil. Yargının merkeziyetçi yapısı, toplumsal onaydan çok, merkezdeki yüksek mahkemelerin onayının adil ve doğru kararın kriteri olarak görülmesi, yüksek mahkemelerde çoğulculuğun sağlanmaması, hukuk eğitimindeki yetersizlik, çarpık bilirkişilik kurumu, yargı yolları arasındaki kopukluğun paralel yargı pratiklerine ve anlayışlarına yol açması gibi pek çok başlık akla gelebilir.
Türkiye'de ekonomik gelişimin ve yatırımların önünde esaslı bir engel oluşturması nedeniyle, yargı reformunun bu yasama döneminin gündemlerinden birini oluşturması kaçınılmaz. Tabi eğer reform odaklı bir koalisyon kurulabilirse.