Türkiye'nin çok da yabancısı olmadığı bir senaryo Mısır'da devreye girdi. Halkın oylarıyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı demokratik kültürü içselleştiremediği ve pek çok hata yaptığı gerekçesiyle darbe ile indirildi. Geçtiğimiz günlerde de idam cezasına çarptırıldı. Batı dünyasında bu karara yönelik dikkate değer bir ses yükselmedi.
Oysa beğenilmese de demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş bir yöneticinin, darbe ile indirilmesi ve ardından göstermelik bir yargılamanın ardından idama mahkûm edilmesinin adı bellidir. Buna karşı demokratik tepkinin şekli ve içeriği de bellidir. Demokrasiye aykırılık nedeniyle yapılacak bir suçlamanın darbe yapmayı meşrulaştırmayacağı, zira darbenin hiç bir meşruiyetinin olmayacağı da bilinir. Ama bu bilgi, konu İslam coğrafyası olunca perdelenir. Bu coğrafyada demokrasi yönünde bir süreç başladığında ortaya çıkan iradeler, Batı açısından kontrol edilebilir diktatörlüklere tercih edilebilir iradeler değildir.
Türkiye benzer süreçleri yaşadı. Demokratik yöntemlerle üç defa üst üste seçimi kazanmış ve iktidar olmuş Demokrat Parti Hükümeti, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir darbe ile düşürüldü. Meclis feshedildi. Partinin tüm milletvekilleri tutuklandı, pek çoğu yargılandı. Bir yıllık yargılamanın ardından Başbakan ve iki bakan idam edildi. Batı dünyası yine benzer bir sessizliğe büründü. Avrupa Konseyi ve NATO üyesi olan Türkiye'de darbeciler NATO'ya bağlılık bildirimi yaptıktan sonra, gerisinin pek bir önemi olmadı. Darbe desteklendi. Darbenin ardından üretilen Anayasal düzen desteklendi. 50 Yıldan fazladır bu düzen içinde yaşıyoruz.
Demokratik değerleri içselleştirememe formülü, Batının darbeleri desteklemesi için halen sihirli bir değnek gibi işe yarıyor. Oysa demokratik değerler, sonuçtur. Demokrasi, değerlerin zaman içinde üretilmesini sağlayan siyasal işleyişin adıdır. Serbest, adil seçimler, farklı parti ve programların iktidar yarışına girebilmesi, çoğunluğu elde eden partinin bir seçim dönemi boyunca ülkenin temel siyasetinin belirlenmesinde ve yasama yetkisinin kullanmasında son karar yetkisine sahip olması, demokratik bir anayasal yapı ile azınlıkların ve temel hakların korunmasına elverişli bir yargısal sitemin varlığı, demokrasiyi var eden süreçlerin özetidir. Demokrasinin meşruiyetini sağlayan toplumsal katılım süreçleridir, değerler değildir. Değerler ve kültür süreçlerin ürünüdür. Aksi takdirde üstün ve ulaşılması gereken kimi değerlerin bulunduğunu ve demokrasinin misyonunun toplumu bu değerlere ulaştırmak olduğunu varsaymış oluruz. Ki bu anlayış demokrasi yerine değerler tiranlığına yol açar.
Sorun bu demokratik süreçlerin ürünü olması gereken değerleri demokratik süreçlerin ön şartı olarak doğulu toplumların önüne çıkarmaktır. Çıkarılınca, haliyle o ülkenin demokratik süreçler sonucunda ortaya çıkardığı demokratik iktidarlar otomatik olarak demokrasiyi içselleştirememiş, demokrasiye inancı olmayan veya demokratik değerlere uzak iktidarlar olarak etiketlenebiliyor. Sonuç itibariyle demokrasi, demokrasinin sadece sonuçlarından biri olan "değer yargıları" kullanılmak suretiyle ortadan kaldırılıyor. Mursi'nin sayılan "hataları", darbenin, yıkımın ve binlerce insanın katledilmesinin; Menderes'in hataları da, Türkiye tarihinin en karanlık ve yıkıcı darbelerinden bir olan 27 Mayısın ve ardından Mendereslerin idamının ve tabii ki halen kurtulmaya çalıştığımız vesayet sisteminin meşruiyet örtüsüne dönüşüveriyor. Batı çoktandır unuttuğu "demokratik kültür için demokratik süreçlere tahammül" kuralını hatırladığında, İslam coğrafyasında demokrasiden yana tavır alabilir. Bu hatırlama, belki bölgeye barış getirebilir.