Geçen hafta İstanbul Çağlayan Adliyesinde gerçekleştirilen suikastın yankıları devam ediyor. Aşırı ve radikal sol bir terör örgütünün adliyeye kolaylıkla silah sokup bir savcıyı rehin alması ve ardından öldürmesinin yol açtığı tartışmalar gündemi yoğun bir şekilde meşgul ediyor. Türkiye bir yandan çok hassas bir seçim dönemine girmiş durumda. AK Partinin dördüncü seçimi üst üste kazanabilme ihtimali ile buna karşı canhıraş bir şekilde mücadele eden bir muhalefet arasındaki gergin ilişki, bu tür siyasi suikastların daha fazla dikkat çekici hale gelmesine yol açıyor. Zira bu gerginlik genel bir karamsarlık ve kaos psikolojisi üretiyor. Bu ortam kendini çok daha iyi bir şekilde var edebilecek, eleman devşirebilecek ve sansasyon üretmek suretiyle gündemi belirleyebilecek terör örgütleri için kaçırılmaz bir fırsata dönüşebiliyor.
Ancak işin diğer boyutu da şu: Bu tür terör örgütlerinin özellikle bu dönemlerde özel gündemli olarak faaliyete geçebilirler. Yani sadece ontolojik bir eylem değil, belirli bir gündemin icracısı olarak harekete geçebilirler. DHKP-C 90'lı yılların ortalarında kurulmuş, temel amacı Marksist-Leninist anlayışına uygun bir devrim gerçekleştirmektir. Bu hedef için hem siyasal hem de silahlı mücadele yöntemini eş zamanlı olarak kullanıyor. Genelde toplumun sosyo-ekonomik yönden en düşük, azınlık psikolojisinin yarattığı kızgınlığın, en radikal haliyle görünür olduğu toplumsal kesitlerden besleniyor.
Böyle yapıların nihilistçe bir tutum içinde olmaları şaşırtıcı değil. Anakronizm nihilizmi besler. Ancak bu yapıların ülke gündemine tek başına ağırlık koyamazlar. Ruh hali itibariyle nihilist, ancak sosyo-ekonomik olarak ülkenin en etkin kesimlerine ait entelektüeller, medya çalışanları, yazarlar, çizerler ve hiç bir pozitif proje üretemeden siyasal muhalefet yapmaya çalışan aktörlerin son yıllarda bu tür yapılardan adeta medet umduğu gözlemleniyor.
Türkiye Siyasi hayatında son bir kaç yılda "behemoth" olarak nitelendirilebilecek bir ittifak durumu söz konusu. Yani her hangi bir ortak vizyon ve gelecek kaygısı taşımaksızın, herhangi bir siyasal proje veya ideoloji ortaklığına sahip olmaksızın, sadece gündelik ve ağırlıklı olarak bir hedefi yok etme üzerine kurulu gevşek bir birlikteliğin varlığı artık inkar edilemez.
AK Parti karşıtlığı ekseninde gerçekleşen bu ittifak, sonu nereye varırsa varsın, neye mal olursa olsun, AK Partinin iktidardan düşürülmesi veya ülkeyi yönetemez hale gelmesi hedefi doğrultusunda çalışıyor. Söylemler buna göre biçimleniyor. Kavramlar ve tanımlamalar buna göre yeniden üretiliyor. Böyle bir nihilist yaklaşım ülkenin kamuoyunu etkileme gücüne sahip en seçkin kesimlerine egemen olduğu zaman, canlı bombaya dönüşme kararlılığında olan ve AK Parti ile birlikte toplumsal barışı hedef alan terör örgütlerinin bu kesimler tarafından sempatiyle karşılaşması, çok irrasyonel olsa dahi, şaşırtıcı değil. Ne de olsa Türkiye kendi Padişahına bombalı suikast girişiminde bulunan ermeni komitacılarına övgüler düzen şairlere de sahip bir ülke. Bu nedenle bu kesimlerde teröristlerin gerçekleştirdiği cinayeti adaleti arama girişimi, teröristleri de eylemci olarak nitelendirmek de anlaşılabilir oluyor. Normal bir muhakeme sonucunda bu tutumların sadece yıkıcı sonuçlara yol açacağı görülebilir. Toplumsal düzen kurallarını tanımamak, toplumu bir arada tutan ortak referansları yok saymak, bazen otoriteyi zor durumda bırakabilir. Savcının öldürülmesi böyle bir nihilizm ittifakına işaret ediyor. Ancak başarıya ulaşmasına hiç bir ülke ve rasyonel devlet yapısı izin vermez.