Dolmabahçe mutabakatı olarak kamuoyuna deklare edilen 10 maddelik metnin ardından gözler 21 Mart'ta Abdullah Öcalan'ın mektubunda verilecek mesajlara çevrildi. Türkiye ve dünya medyasının gözü kulağı Diyarbakır'daki etkinliklerdeydi. Herkes mucize peşindeydi. Bu mucizenin gerçekleşmemiş olması kimilerinde hayal kırıklığına yol açmış görünüyor. Bir taraf, mesaj ile birlikte silahlı mücadelenin sonlandırılmasını bekledi. Kuşkusuz PKK'nın silah bırakmadığı bir vasatta barıştan söz etmek güç görünüyor. Çözüm sürecinin en önemli bileşeni olan yasal, anayasal ve kurumsal dönüşümler, yani Türkiye'nin demokratikleşmesi, ancak normalleşmenin hâkim olduğu bir vasatta mümkün. Gerginlik ve şiddet ortamında atılacak adımlar ile kurulacak olan yapı normal bir yaşamın ihtiyaçlarından çok çatışmanın bizatihi kendisi tarafından belirlenmiş olacak. Bu ise sadece kısa vadeli çözüm anlamına gelir. Toplumun geneli tarafından kabul edilme şansı düşük olur.
Bu iyi bir beklenti… Ama Öcalan'ın silah bırakma konusunda daha önce işaret ettiği husus, PKK yöneticilerinin bu konuda toplanıp karar alması yönündeydi. Sonuçta karar tek başına Öcalan'a ait değil. PKK ve Kandil de inisiyatif alıyor. Orada daha farklı güçlerin devrede olduğu biliniyor.
Bir taraf ise mesajlar ile birlikte Kürt Siyasi Hareketinin beklediği reform ve değişimlerin gerçekleştirilmeye başlanmasını bekledi. Bu da çok gerçekçi değil. Zira yasal düzlemde bugüne kadar çok adım atıldı. Askeri darbe ürünü anayasal düzenin izin verdiği ölçüde sosyolojik azınlıklar konusunda çok önemli adımlar atıldı. 90'lı yıllarda Kürt siyasi hareketinin taleplerinin neredeyse tamamı AK Parti iktidarı döneminde karşılanmış durumda.
Ancak bugün gelinen noktada talepler farklılaştı. Bu farklılaşma sadece Kürt siyasi hareketinin yaşadığı değişimle ilgili değil. Türkiye toplumu farklılaştı. Türkiye toplumunu oluşturan tüm unsurlar farklılaştı. Buna dayalı olarak toplumun tamamıyla sistem arasında esaslı bir uyumsuzluk ortaya çıktı.
Toplum bir bütün olarak sadece militarist anayasa düzen tarafından baskılanmış veya yok sayılmış haklarını talep etmiyor. Artık sisteme katılım, yani yerelden başlayarak merkeze kadar tüm siyasal kararlara katılım talep ediyor. Her bir birey sistemin nesnesi olmaktan çıkıyor ve birer siyasal özneye dönüşüyor.
Bu nedenle sistemin katılımcı olması gerekiyor. Tüm toplumsal farklılıklar sistemde kendilerini görmek istiyor. Bunun yasama organında, kamu idaresinde ve özellikle yargıda gerçekleşmesi gerekiyor. Yani yeni bir anayasal düzenin inşası gerekli görülüyor. Bunun ise bugünden yarına gerçekleşmesi şansı yok.
En azından 7 Haziran seçimlerine doğru giderken hiç bir siyasi partiden böyle bir girişim beklenemez. Meclis genel seçim nedeniyle 7 Nisan itibariyle tatile girecek. Dolayısıyla zaten teknik olarak da bu yönde bir adım beklentisi mümkün değil. Bu durumda mucize beklentisini başka şekilde açıklamak olası görünüyor. Toplumun beklentisi, onun çözüm sürecine verdiği önemin ifadesi olarak okunabilir. Silahların susmasının son iki yılda toplumsal hayatta ürettiği artı değerler ortada. Kürtler çözüm sürecinin yararlarını görüyor ve ciddi destek veriyor.
Sivil siyasi aktörler, çözüm sürecinin başarıyla tamamlanmasının Türkiye'nin kalkınması ve demokratikleşmesine katkı sağlayacağını görüyor. Ulusal sermaye yatırım imkânlarının genişleyeceğini fark ediyor. Bu kadar çok beklenti varsa, sabırsızlık da var. Bu nedenle karamsarlıktan çok, iyimserlik için pek çok neden olduğunu söyleyebiliriz.