Güvenlik ve özgürlük arasındaki tartışma gittikçe derinleşiyor. Özgürlükleri korumak için daha az özgürlük bir paradoks gibi dursa da, Avrupa'nın şu an içinde bulunduğu ruh hali bu paradoksun göze alındığı bir duruma işaret ediyor. Ocak ayında Charlie Hebdo saldırısı ve geçen hafta sonu Kopenhag da Yahudilerin öldürülmesi derin bir korkuya yol açıyor. Artık siyasetçilerin rahatlatma amaçlı konuşmalarıyla kimsenin yetinmeyeceği anlaşılıyor. Avrupa bir güven kaybı yaşıyor; bu gerçek. Yüz yıllar süren acıların ardından ulaşılan seküler ve çoğulcu demokrasinin tehdit altında olduğu algısı yerleşiyor.
Avusturya gazetesi Die Presse başyazarı Dietmar Neuwirth'in tespitiyle: Terörizm Avrupa'ya yaklaşmıyor, terörizm çoktandır Avrupa'da... Gerçekten de gelişmiş liberal ve açık toplumlar ileri düzeyde hassas ve bu yüzden de teröristler için özellikle çekicilik arz ederler. Bunlarla mücadele için güvenlik ve özgürlük dengesinin her defasında ince ayarlardan geçirilmesi gerekiyor. Ancak bu adımların yetmediğini son bir kaç yıldır Europol dile getiriliyor ve Avrupa vatandaşlarının haklarını korumak için güvenlik birimlerinin daha fazla teknik ve hukuki imkânlarla donatılması gerekliliğini öneriyor. Zira geleneksel güvenlik araçları 20. Yüzyılın güvenlik politikalarına göre oluşturulmuş durumdaydı. Ancak bugün Avrupa'nın da güvenliğini tehdit eden terör sosyal medya ve sair bilişim teknolojilerinin sağladığı imkânlardan yararlanmak suretiyle örgütleniyor, militan devşiriyor ve eylemlerini planlayabiliyor.
Başlıca Avrupa ülkelerinin güvenlik tesisi ve terörizmle mücadele için bu yönde hazırlık içinde oldukları bilinmekte. Planlananlara bakılırsa, Türkiye'deki güvenlik paketinin çok daha ilerisine taşan adımlardan söz edilebilir. Ancak Avrupa'da tüm bu tartışmalar özgürlük ve güvenlik ekseninde yürütülüyor.
Türkiye'de de kamu güvenliği için yasal çalışmalar yapılıyor. Terörü ve şiddet hareketlerini önleyici, etkin ve caydırıcı mahiyette adımların Türkiye'de tartışılma ekseni ise biraz daha farklı. Bir kaç gün önce Özgecan adlı bir genç kız hunharca öldürüldü. Türkiye ayağa kalktı. Kadına karşı şiddetin önlenmesiyle genel anlamda bir kamu güvenliği zafiyetine vurgu yapılıyor. Ancak bu cinayet nedeniyle çok daha fazla öne çıkan figürler ve gruplar aynı zamanda kamu güvenliği için atılan adımları da reddediyor. Bazıları da idam cezasının geri gelmesini talep ediyor.
Bu cinayetle ortaya çıkan tepki gerçekten sadece hunharca işlenen bu cinayete yönelik mi, yoksa bunun da ötesinde bir kesimde birikmiş genel bir öfkenin her bir fırsatta dışa vurumu mahiyetinde mi? Aynı soruyu kamu güvenliğiyle ilgili yasa çalışmalarına gösterilen tepki bakımından sormak gerekir. Zira böyle bir yasa çalışmasına, olağan şartlarda MHP'nin karşı çıkması mümkün değil. Benzer durumu CHP için de söylemek mümkün.
Bu durumda bir tek HDP'nin deklare edilmiş itirazı sahici kalıyor. Zira kamu düzenini bozan eylemlerin başında Kobani protestoları sırasında yaşanan cinayetler ve saldırılar yer alıyordu. Sokak hareketleri çağrısı da HDP'den gelmişti. Dolayısıyla bu partinin kamu düzeninin sağlanması konusunda atılacak adımlara karşı durması olağan.
Demek ki güvenlik tedbirlerine karşı toptancı bir yaklaşım sergileyen her üç partinin tutumu özgürlük ve güvenlik tartışmasıyla ilgili değil. Zira ne Özgecan, ne de kamu güvenliği meselesinde anlaşılabilir tepkilerin ötesinde bir rasyonelliğe rastlamak mümkün. Türkiye'de bir kesim birikmiş öfkesinin ölçüsüz ve ilgisiz bir şekilde her fırsatta dışa vuruyor. Bunun sorun potansiyeline dikkat çekmekte yarar vardır.