Yunanistan seçimlerinin üzerinden bir hafta geçti. Şimdi ilk elden yapılan analizleri bir kenara bırakıp biraz derinlemesine analiz yapmaya zaman ayırmakta yarar var. Syriza'yı AK Parti'ye benzetip Yunanistan için yeni bir doğuş müjdesi verenler oldu. Tam aksine CHP için örnek alınabilecek bir çıkış fırsatı sunduğunu ifade edenlere de rastladık. CHP için yapılan değerlendirmede hakikat payı olsa da AK Parti ile kurulan ilişkinin hem kendisi hem de biçimi oldukça sorunlu. Hemen ifade edelim, AK Parti Türkiye'nin neredeyse tek merkez partisi...
Yunanistan 2008 dünya finans kriziyle birlikte düştüğü sıkıntılı durumdan çıkabilmiş değil. Krizden kurtulabilmesi için AB, daha doğrusu Almanya'nın yardımına muhtaç. Devlet, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonunun da içinde olduğu bir yapının kemer sıkma politikalarına uymak zorunda. Osmanlı'nın son döneminde Duyun-u Umumiye idaresine benzer bir idareden söz edersek, bu Türk okuyucular için anlaşılması daha kolay olur.
Elbette bu durum Yunanlılar nezdinde başka sonuçlara da yol açıyor. Siyasal radikalizm artıyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri ulusal gurur ve ulusal egemenlik söylemlerinin artmış ve kamuoyunu belirleyici hale gelmiş olmasıdır. Şu an itibariyle ulusal gurur ve ulusal egemenlik gibi değerler Yunanlının duygu dünyasının merkezine yerleşmiş durumda. Ayrıca AB Komisyonu troykası, Avrupa Merkez Bankası ve İMF'nin son yedi yıllık egemenliği adeta yabancı bir işgal durumuyla eşdeğer görülmekte.
Ekonomik iflas durumunun buna yol açtığı inkâr edilemez. Finansal sıkıntının o ülkeyi, kendi hatalı ekonomi politikaları ve tembelliği nedeniyle vuruyor olması, beklendiğinin aksine tepkinin daha da radikalleşmesine neden olabiliyor. Ama tüm bunlar Yunanistan'da Tsipras'ın iktidara gelmesini tek başına açıklamıyor.
Sonuçta Yunanistan'da merkez partileri çöktü. Radikal sol "Syriza" ve radikal sağ partileri parlamentoda çoğunluğu elde etti. Yani radikalizm Yunanistan siyasetinde üstünlük kurmaya başladı. Fakat bu sadece Yunanistan ile sınırlı bir gelişme değil. Geçtiğimiz yıl AB Parlamento seçimlerinde aşırı sağ patlama yaptı. Bu seçimin etkileri önümüzdeki aylarda daha da belirginleşecek. Etkilerinin boyutunu Avrupa merkez partilerinin tutumu da belirleyecek. Türkiye gibi ülkelere ilişkin konularda kendileri geri planda kalıp daha çok bu radikal unsurları öne çıkarmak istediklerinde, bu merkez partilerin yaşadığı sıkıntıları daha da derinleştirecektir.
Bir Avrupalı siyasetçinin "AB Parlamento seçimlerini halkımız daha önemsiz gördüğü için seçimlere katılmıyor ve bu nedenle radikal unsurlar seçimlerde başarılı gibi gözüküyor" şeklindeki açıklaması çok inandırıcı gelmiyor. Zira ulusal parlamento seçimleriyle yerel seçimlerde de çok iyi sinyaller alınmıyor.
Öte yandan Avrupa Merkez partilerinde siyaset yapmak genç kuşak için cazibe merkezi olmaktan çıkıyor. Bu partiler hızla üye kaybediyor. Gençler daha hızlı, daha irrasyonel ve bir sonraki adımı düşünmeksizin eylemde bulunma ve sokakları doldurma eğilimi içine giriyor. Orta yaş kuşağının antisemit, yabancı ve İslam düşmanı söylemler etrafında toplanıp politik eylemlere destek veriyor olması da ayrı bir sorun. Bunları bir arada düşündüğümüzde, meselenin sadece finans kriziyle ilgili olmadığı ve sadece Yunanistan seçimleriyle görünür hale gelen konjonktürel bir mesele olmadığı kuşkusu güçleniyor. Batının 19. Yüzyılın sonlarında gördüğümüz değerlerinin ve kurumlarının kriz ile karşı karşıya olduğu ihtimalini ciddiye almanın gelmiştir.