Türkiye seçim dönemine girdi. Siyasi partiler seçim çalışmalarına başladı. Dört yıl boyunca hiç bir seçimin yaşanmayacağı bir siyasal döneme giriliyor. Konforlu bir dönem ve tüm siyasi partiler seçime bu yüzden çok daha fazla önem veriyor. Bu Pazar İstanbul'da AK Parti İl Kongresinde Başbakan Davutoğlu Partinin sahip olduğu siyaset felsefesinin çerçevesini çizerek yedi temel ilkede somutlaştırdı. Yedi sayısı İstanbul'u bilenler için sembolik bir anlam taşır. Zira İstanbul yedi tepe üzerine kuruludur.
Davutoğlu'nun dile getirdiği ilk ilke birlik siyaseti oldu. Birlik ifadesi Cumhuriyetin kuruluşundan beri daima siyasal söylemlerde yer almış olmakla birlikte, bu birlik daima Kemalist elitlerin siyasal bir proje olarak tek tipleştirme ideallerine uygun bir siyasal birliği ifade etti. Herkes bu idealin tanımladığı "yeni Türk" idi veya olmak zorundaydı. Hiç kimse bu kimlik dışında kendini tanımlayamayacak, hiç kimse kendini çoğunluktan veya egemen olanlardan farklı olduğunu iddia edemeyecekti. Yine hiç kimse veya hiç bir toplumsal ve siyasal hareket, Türkiye'de farklılıkların bulunduğunu ifade edemeyecekti. Siyasi partiler kanununda böyle iddiayı dile getiren partilerin yasaklayan hükümler halen temizlenmiş değil.
Başbakan Davutoğlu, AK Parti iktidarı döneminde etnik, inanç veya kültür temelli tüm inkâr ve asimilasyon politikalarının ortadan kaldırıldığını ve tüm kimliklerin kendi doğal mecrasında görünür hale geldiğini belirtti. Etnik kimliğe ve inançlara dayalı milliyetçilik ve siyaset anlayışını reddettiklerini de ekledi. Birliği ise tüm bu farklılıkların bütünleşmesi olarak tanımlayarak bir bakıma ABD'nin "melting pot" siyasetine gönderme yaptı.
İkinci kavram özgürlük ve buna bağlı olarak demokrasi oldu. Davutoğlu'nun ifadesiyle insana dayanmayan devlet baki kalamaz. İnsan ise özgürlükleriyle bir bütün… Demokrasinin kurumsallaştırıldığı ve özgürlüklerin sağlandığı bir anayasa hazırlanıp kabul edildiğinde Türkiye daha iyi bir noktaya gelecektir. Üçüncü kavram güvenlik olarak somutlaşmakta… Gezi olayları ve 17-25. Aralık Gülen hareketi sabotajı demokrasinin ve özgürlüklerin korunması gerekliliğini de ortaya koyuyor. 6-8 Ekim Kobani eylemlerinde yaşanan maddi tahrip ve vahşi cinayetlerin yol açtığı kamu düzeni zafiyeti, güvenliğin sağlanmadığı yerde özgürlüklerin yaşanamayacağını gösteriyor. Davutoğlu Suriye'yi güvenlik zafiyetinin sonuçları bağlamında çarpıcı bir örnek olarak sundu.
Bu ilkelerden en çok üzerinde durulanı kuşkusuz adalet idi. Eskiden Kemalist elitin elinde güçlü bir ideolojik aygıt olarak işleyen yargı, 2010 yılında yapısal bir değişime uğradı. Ancak yanlış siyasal yöntemler nedeniyle Gülen örgütünün kontrolüne geçti. Geçtiğimiz 18 ay bu örgütün yargıdan temizlenmesiyle geçildi. Elbette tüm bunlar yargıya güvenin bir türlü sağlanamamasına neden oldu. Bu yüzden adalet kavramının bu kadar öne çıkarılmış olması anlaşılabilir. Ancak adaletin sadece yargıyla sınırlı anlaşılmadığı, gelir adaletiyle de devletin bir bütün olarak adalet ilkesinin muhatabı olduğu vurgusu önemliydi.
Kudret ilkesi devletin egemenliğini ve siyasal programını hayata geçirme kararlılığının bir ifadesi olarak dile getirildi. Depremden sonra Van şehrinin kısa sürede yeniden kurulması ile savunma sanayinin yerlileşmesi örnek olarak verildi. İzzet ilkesi, kudret ilkesini taçlanması mahiyetinde… Yani ekonomik olarak borç alan değil borç veren ülke konumuna yükselme anlatılıyor. Emanet ilkesi ise, siyasal pozisyonların milletin emaneti olduğu, yeni demokratik bir anayasal düzenin tesisiyle bu emanetin gereğinin yerine getirileceği ifade ediliyor. Bu siyaset felsefesi çerçevesinin seçim beyannamesinde somutlaşacağını tahmin etmek güç değil.