Avrupa merkezciliğin ürettiği konforlardan biri de, demonstratif bir vicdan muhasebesi yaptıktan sonra, kendi dışındaki herkesi yeniden eleştirme, aşağılama veya tahakküm altına alma konusunda eskisine göre daha güçlü bir haklılık üretme... Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi konusunda katkılarını yakından bildiğimiz Joost Lagendijk, Todays Zaman gazetesinde beni de konu alan bir yazı yazdı. Etyen Mahçupyan ile beni "İki saygın Türkiyeli düşünür" tanıtıyor, ardından Rusya ile ilgili değerlendirmelerimiz nedeniyle eleştiriyor.
Ona göre Rusya'da Putin yanlısı entelektüeller son on yıldır Rusya'nın Batı ile yaşadığı yeni ihtilafın teorik temellerini atmak için ellerinden geleni yaparken, ne yazık ki Türkiye'de de, hükümete yakın akademisyen ve köşe yazarları arasında aynı eğilime şahit oluyoruz. Biz de bu eğilimin temsilcileri olarak resmediliyoruz. "Avrupa merkezcilikle mücadele, her iki ülkede demokrasi konusunda ciddi geriye gidişi ve hukukun üstünlüğünün alaşağı edilmesini gizlemek için kötü bir bahane olarak kullanılıyor. Türkiye'de entelektüellerin, bariz bir iktidarı elden bırakmama gayretini bir tür entelektüel özgürlük olarak meşrulaştırıp Rus muadillerinin açtığı yoldan ilerlemeye hazırlandıklarını görmek üzücü." ifadeleriyle de yazısını tamamlıyor.
Bana öyle geliyor ki, Lagendijk girişte bahsettiğim konformizmi terk etmek yerine, bizi görmek istediği bir noktada tanımlamayı tercih ediyor. Oysa ne Avrupa Merkezcilik eleştirim böyle, ne de Rusya ile ilgili değerlendirmem bu sonuca götürecek nitelikte.
Avrupa ile öteki dünyalar arasındaki ilişkide insan hakları ve demokrasi diskürü, bazen sahici, çoğu zaman çıkarları maksimize etmek için kullanılıyor. Bu açık.
Avrupa merkezciliğe sadece kültürel kibir durumunda karşımıza çıkmıyor. Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı veya çoğulculuk gibi demokrasinin olmaz ise olmazlarına itiraz yok, itiraz onların Avrupa dışı ülkelere transfer biçimi ve oralarda uygulanma biçimi.
Mısır'da bir darbe, "Müslüman kardeşler demokratik değerlere uzak" diye meşrulaştırılıyor. Oysa demokratik değerler bir üründür, neden değildir. Onu üretecek olan şey, demokratik sistemdir. Ama demokratik değerler, demokratik bir sistemi imkânsızlaştırmanın aracı olarak kullanıldı. Avrupa bu konuda darbecilere açık çek verdi.
Türkiye'de 1924 sonrası Tek parti diktatörlüğü dönemi, batıda "modern Türkiye'nin doğuşu" olarak selamlandı. 1960 darbesi ve sonrasındaki 1961 Anayasası Batının tam desteğini aldı. 1961 Anayasası "erkler ayrılığı, hukuk devleti ve çoğulculuğa" örnek verildi, aklımızla alay edilircesine.
1980 darbesi batı tarafından onaylandı. Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliği dahi askıya alınmadı. 1982 Anayasası ise batıda alkış aldı. "Neredeyse AİHM gibi" diye etiketlendi. Bu sistem bir bütün olarak hukuk devleti olarak tanımlandı. Bu ve pek çok örnek, Avrupa'nın Avrupa dışı coğrafyalarda, "oryantalist" yönetimlere izin vermediği sürece demokrasinin inşasını bizatihi engellediğini gösteriyor.
Mesele erkler ayrılığına dayalı, çoğulcu, demokratik meşruiyete sahip bağımsız bir yargının inşası değil. Batı eleştirimin nedeni, bu yönde bahane üretmek değildir. Aksine bu kurumların, gerekiyorsa batıya rağmen, bu coğrafyada inşa edilmesi için uğraşmaktır. Batının Avrupa merkezci yaklaşımının bu imkânı zehirlemesine fırsat vermemektir.
Bir ülkenin demokratikleşirken aynı zamanda bir kültürel varlık olarak var olma ihtiyacı Avrupa için bir değer ifade etmeyebilir, ama bizim gibi ülkelerde demokratikleşme ile bu ihtiyacı bir arada düşünmemiz doğal. İngiliz demokrasisini de başka türlü açıklayamazsınız.
Demokratikleşme bir laboratuvar çalışması ve mühendislik faaliyeti değil sadece.
Bu yüzden batı merkezcilik eleştirimiz bir bahane değil, aksine hukukun üstünlüğü ve benzeri demokratik değerleri sahici bir şekilde bu coğrafyada inşa etme kaygısı taşımaktadır. Lagendijk, girişte ifade ettiğim konformizmi bir kenara bıraktığında bunu görebilir ve adıma üzülmekten vaz geçebilir.