BBC ve benzeri küresel radyo kanallarını dinliyorum bir süredir. Hikâyeler anlatılır, Ortadoğu'ya ait hikâyeler… IŞID barbarlığından kaçarak bin bir zorlukla Gürcistan'a sığınan Yezidi ailenin dramı, bu aile gibi binlercesinin öldürüldüğü veya kadınlarının cariye haline getirildiği bilgisi eşliğinde hafızalara kazınmakta.
İşin doğrusu anlatılmayacak veya hikâyenin doğrusu diye anlatılmaktan vazgeçilecek hikâyeler de değil. Almanya radyolarını dinliyorum. Irak ve Suriye'deki iç savaş nedeniyle sıkıntıya düşen ve mülteci olarak kabul edilen Hıristiyan Arapların hikâyeleri anlatılıyor. Batı kamuoyunun bu tür insanlık dramlarına duyarlı davranmasına alışığız aslında. Bununla bağlantılı kahramanlık hikâyeleri de ortaya çıkıyor. Lakin bu hikâyelerin sadece motif hümanizm mi, tartışılır.
IŞID barbarlığına karşı mücadele eden seküler yerel güçlerin kahramanlıkları bunlar. Batı medyasında IŞİD'in en çok korktuğu savaşçılar diye kadın militanlarının resimleri ve onlarla yapılan söyleşiler yer alıyor. Bu kadın militanların giydiği resimler moda dergilerine kapak oluyor. Buna yönelik tepki militarizm ve şiddet eleştirisi biçiminde değil, aksine militarizm ve şiddet mistifikasyonuna zarar verme gerekçesine dayandırılıyor.
Durumları dramatize ediliyor. Yalnız bırakılmış savaşçılar diye batı kamuoyunun vicdanı bu güçler için harekete geçirilmeye çağrılıyor. Lakin seküler olmaları, bu militan yapıların insanlığa karşı suç işledikleri ve totaliter, Etnisist ve Baasçı yapıları bölgeye dayattıkları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Esad rejimi de üç yılı aşkın bir sürede binlerce insanı işkenceden geçirilmek suretiyle, yüzbinlerce insanı da konvansiyonel silah ve bombalamalar neticesinde öldürdü. Kimyasal silahların kullanımı Batılı medyada ve kamuoyunda bir miktar vicdan hareketlenmesine yol açtıysa da, Kerry'nin diplomatik başarısı bu hareketlenmenin hızla durulmasına ve oradaki kitlesel cinayetlerin yeniden gündemden düşmesine yol açtı. Mısırdaki cinayetler çoktan gündemden düşmüş vaziyette. Kısaca seküler örgütler veya rejimler tarafından işlenen yüzbinlerce cinayete, sürgüne, tecavüze ve köleleştirmelere yönelik hikâyeler duyamıyoruz. Öyle görünüyor ki, bazı hikâyeler unutulmak zorunda.
Diğerleri ise daha büyük bir senaryonun "kötü" karakterini sembolize ediyor. Bu karakterlere ihtiyaç var. Çünkü her şeyin çok karmaşık olduğu, doğru ve yanlışın çok net anlaşılamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu gri dünya hem gerçeğin anlaşılmasını zorlaştırıyor, hem de gerçeğin anlaşılmasını zorlaştırmak suretiyle farklı ajandaları hayata geçirme çabalarına da sağlam seçenekler sunuyor. Konformizme can suyu veriyor.
Mesela, Osmanlı'nın parçalanmasının ardından batılı aktörlerce bu coğrafyada yüzyıldan beridir üretilmiş olan suni bölünmeler ile yine batılı aktörlerin bu bölünmelerden beklediği ekonomik ve politik rantı güvence altına almak için kurdukları veya destekledikleri seküler diktatörlükler uzun bir aradan sonra yeniden yararlı ve rasyonel politikalara ve partnerlere dönüşüyor. IŞID gibi bir İsa karşıtı ile karşılaştırıldığında hatta birer azize dahi dönüştürülebiliyor.
Vahşilikleri bu coğrafyadaki çoğunluğun potansiyel kötülüğü karşısında mazur görülebiliyor.
"Hem vahşi, hem de antiseküler" konsepti karşısında, "vahşi fakat seküler'' konsepti bu sayede pazarda alıcı buluyor. Ağırlık merkezinin sekülerlik olduğu konseptler ciddi iş yaparken, ağırlık merkezinde demokrasinin yer aldığı konseptlere pazarda müşteri bulmak çok mümkün olmuyor, hatta pazara girmesi dahi mümkün olmuyor.