Dün Moskova'da Rusya Parlamentosu Duma'nın bir çalışma toplantısına katıldım. Toplantının konusu "Avrupa'da olan güven krizinin aşılması" idi. Konu Rusya olunca meselenin Avrupa'da bir güven krizi olmaktan çok, Avrupa ile Rusya veya Avrupa ile diğer kültürler arasında bir güven krizi olduğunu düşünüyorum. Hukuk ve evrensel standartlar söyleminin bu güven krizini çözmede bir işlev üstlenemeyeceği kanaatindeyim.
Şöyle açayım: Rusya ne kadar Avrupalı? Sanırım bunun cevabını Türkiye gibi Rusya da verebilmiş değil. Rusya da bir yandan kendini batıya ait hissederken, aslında Avrupalının gözünde öyle görülmediğinin farkında… Avrupa ortak kültürüne elbette Rusya'nın katkısı çok… Rus aydınlanmasının batı ile yaşadığı gerilim ilişkisinde nihilizme yol açtığı bir gerçek. Ortadoğu coğrafyasında "self-oryantalizm" dediğimiz sosyal-psikolojik atmosferin Rusya'yı da 19. ve 20. Yüzyılda etkisi altına aldığını biliyoruz.
Zira Rusya aynı zamanda bir Asya ülkesi… Din ve inanç kodları dahi bu gerginlik ilişkisinde biçimlenmiş durumda. Sanayileşme devrimiyle birlikte dünyada ağırlık merkezi Avrupa'ya kaydı. Bugün bilimini yaptığımız, üzerine mekanizmalar ve kurumsal yapılar inşa ettiğimiz hukuki, siyasi ve ekonomik evren Avrupa merkezlidir. Dolayısıyla bu evrende üretilen dil, standartlar ve kurumlar da Avrupa'yı yeniden üretiyor.
Avrupa'da demokrasi, ekonomik gelişiminin de bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bunun faturası ise 200 yüzyıl boyunca başka toplumlara çıkarıldı. 19. Yüzyılda Hollanda'nın ekonomik çıkar için Malezya'da gerçekleştirdiği soykırımlar, İngiltere'nin batı Afrika'da ve Çin'de, İspanya'nın Latin Amerika'da yol açtığı felaketler dikkate alınmadan, bugünkü Avrupa'yı anlamak, onun ürettiği standartların pratikteki işlevselliğini idrak etmek çok mümkün değil.
Kabul edelim ki, standartları Avrupa koyuyor ve diğer kültürlerin buna tabi olması isteniyor. "Evrensellik" manivelası bu işlevi sağlıyor. "Hukuk devleti" bir ülkenin iç sınırları bakımından çok önemli. Ancak hukuk aynı zamanda toplumsaldır. Dolayısıyla kültürden uzak değildir. Bu ilişkiyi devre dışı bırakan bir hukuki standart dayatması, öteki kültürleri ve politik var olma iddiasını çökertebilecek bir etki meydana getirebilir.
Kendini bu ilişkide var etmek isteyen ülkeler de tepki olarak hukuk ve demokrasi idesinden uzaklaşma eğilimi içine girebilirler. Bu durumun bir güven krizi yarattığını düşünüyorum. Diğer yandan Avrupa konseyi ve AB ilişkisinde yürütülen çalışmalar açısından da bazı sorunlar gözlemlemek mümkündür. Özellikle post-komünist ülkelerde yürütülen reform hareketleri, bu ilişkide yerel ve özgün olmaktan çıkıp kopyalamaya dönüşüyor. Ülkelerin norm ve siyaset iradesi, Avrupa standartlarını yansıtan mekanizmalar ile uzmanların tekeline bırakılıyor.
Toplumsal siyaset etkisizleşiyor, devlet pratikleri ise toplum ile yabancılaşmaya başlıyor. Bu da diğer kültürlerin üretimine katılmadığı, son tahlilde bir kaç yüzyıllık süreçte ortaya çıkan güç ilişkilerinin standartlaştırılması ve diğer ülkeler ve kültürler ile ilişkide belirleyici hale gelmesinin sağlanması demek.
Hukuk bu düzlemde Avrupa'nın merkezi dışındaki tüm ilişkili ve bağlantılı ülkelerde özgünlüğü yok ediyor ve bir standartlaşmanın aracına dönüşüyor. Uluslararası eşitsizliği kurumsallaştırıyor. Evrensel standartların manipülatif etkisi konusunda Avrupa'nın yol açtığı güvensizlik, sadece Ukrayna ile sınırlı değil. Ortadoğu politikaları konusunda da kendini hissettiriyor. Güven krizinin aşılması, Avrupa merkezci bir standartta ısrarcı olmak yerine, standartların belirlenmesinde küresel çoğulculuğa ve katılımcılığa dayanan mekanizmalar inşa etmeyi gerektirir.