Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihindeki en kötü noktaya doğru çok hızlı bir şekilde sürüklenmesini tek bir olaya bağlamak meseleyi tamamen yanlış okumak olur. Buz dağının ucunda rahip Brunson'un tutukluluğunun devam etmesi görünse de esasen son yıllarda Tayyip Erdoğan'ın yanlış bulduğunda baş kaldıran özgüvenli tutumu, ABD'ye kafa tutabilmesi, çok yönlü dış politika izlemesi ve Rusya ile yakınlaşması gibi pek çok faktör iki ülke ilişkilerini derin bir krize sürükledi. Bu krizin bu noktaya gelmesindeki en önemli etkenlerden biri artık Türk devletinin içinde ABD'nin kendine müttefik olan farklı kanatları bulamaması, devletin bir bütün halinde olması.
İşin özeti şu: Washington, kendi sözünden çıkan, ondan korkmayan ve yeri geldiğinde uluslararası mekanizmaları ona karşı harekete geçirebilen bir Türkiye karşısında önce şaşkın sonra da kızgın. Arada bir takım iletişim kazaları ve dialog eksiklikleri de olunca işler kopuşa doğru gidiyor.
Önceleri ABD Türkiye'deki sivil hükümetlerle kavga etse bile TSK'yı kendine müttefik görüyordu ve siyasilere yaptıramadıklarını generallere yaptırıyordu. Nitekim yaşanan 4 darbe döneminde bu açıkça oldu. 27 mayıs darbecileri de, 12 Mart muhtırasını veren generaller de, 12 Eylül darbesinin mimarları da 28 Şubatçılar da tam anlamıyla ABD müttefiki idiler. Halbuki artık sivil hükümetin yanında bir TSK var. Sivil hükümet ve ona bağlı olan TSK kategorik olarak ABD karşıtı değiller. Aksine Batı ile yakın ilişkilerin Türkiye'nin çıkarına olduğunu düşünüyorlar. Ancak eskinin aksine çıkarları çatıştıpında ya da prensiplerine karşı geldiğinde artık ABD'ye kafa tutabiliyorlar.
Bence ABD ile bugün gelinen noktadaki taşları bir çok olay döşedi. Ve bunların son dönemdeki başlangıcı mart 2003 tezkere krizine dayanıyor. Irak Savaşı sırasında tezkerenin meclisten geçmemesi Washington'da büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Ardından da onun intikamı olarak çuval hadisesi yaşandı.
Ardından Türkiye-ABD ilişkileri düz bir seyir izlese de Erdoğan'ın kararlı ve özgüvenli çizgisinin de ezber bozucu olduğu ve Washington'da tepki çektiği bir gerçek. Mesela 29 Ocak 2009'da Davos'taki Erdoğan'ın meşhur 'one Minute' çıkışı ABD'ye değil, İsrail'in siyonist politikalarına bir başkaldırı idi ama aynı zamanda artık hakkını yüksek sesle arayan ve İslam dünyasının sesi olduğunu belirten bir lider mesajını da barındırıyordu.
Bu çıkış Erdoğanın Ortadoğu'da ve tüm Müslüman dünyada tartışmasız en sevilen lider olmasını sağladı ama öte yandan Batı'nın da kaşlarını kaldırdı. Daha sonra eksen tartışmaları yaşandı. Türkiye'nin batı'dan koptuğu iddia edildi. Suriye savaşında PKK'nın bir kolu olan PYD'ye ABD destek verince işler iyice sarpa sardı.
Türkiye Filistin konusundaki duyarlı ve net politikası ile One Minute çıkışının ardından Kudüs kararına karşı BM Genel Kurulunu Erdoğan'ın toplaması ile de tepki çekti. Esasen Trump'ın bu denli büyük öfkesinin temel sebeplerinden biri bu.
Bunlarla beraber Rusya'dan S-400 alma kararı da kesinleşince ABD Beyaz Saray ve Kongre olarak rahatsızlıkta iyice birleşti. Üzerine Brunson konusunda ABD'nin ultimatomvari ve Türkiye'deki yargı kararlarını hiçe sayan tutumuna karşı bir tutum görünce işler bu noktaya geldi.
Ben bu noktadan sonra krizin daha derinleşmeyeceğini düşünüyorum. Hemen bir düzelme olmayacaktır ancak Türkiye uluslararsı finans dünyasının göbeğinde bir ülke ve onun kendinden uzaklaşmasını Washington göze almayacaktır. AB de bu süreçten son derece rahatsız. Önümüzdeki günlerde karşılıklı olark iyi niyet hamleleri göreceğiz. Zira ABD Türkiye'nin parmağının ucunda olmadığını görerek ve bugünkü Ortadopu denkleminde onu kaybetmeyi göze alamayarak hareket edecektir.