ABD Başkanı Trump'ın Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma ve Kudüs'ü başkent olarak kabul etme kararı açık bir meydan okuma, kendi koltuğunu güçlendirme hsabı dışunda herhangi bir hesap gütmediği apaçık bir insanlık ihaneti. Trump ABD'de sistem içinde ve kendi partisinde dahi yapayalnız bir isim oldupu için hem ABD'deki siyonist lobiler hem de Evanjelistler'den destek alarak koltupunu koruma hesabı yapıyor. Bence bu bir sonraki sandıktan çıkma hesabı değil, dönemn sonuna kadar iktidarını koruma hesabı, çünkü bu kararın ABD'nin içinde de büyük bir kesimi rahatsız ettiğini düşünüyorum. Evanjelistler Trump'ın kitlesi öte yandan Yahudiler genellikle Demokrattırlar ve Trump'ın çizgisinden de memnun değiller. Bu kararın onların siyasi kimliklerini değiştireceğini sanmam. Bu böyleyken Cumhuriyetçi sağ orta amerikalı tabanın da Yahudiler' e yönelik bakışı pek olumlu değildir yani oy da kaybettirebilir.
Gelelim Ortadoğu'da yaşanacak kaosa… Malesef şimdiden şiddet başgösterdi bile. İslam toplumları kuvvetli bir şekşlde karşı çıkıyorlar bu karara ancak İslam dnyasının temel problemi bu toplumların oaralelinde yönetimler olmaması. Çoğu zayıf ve iradesiz. ABD'nin uydusu olmaktan öteye geçemiyor ve kendi milletlerini temsil etmiyorlar. O nedenle Tayyip Erdoğan'ın liderliği ve Türkiye'nin sesi bütün İslam toplumlarının tansyionun düşürmek ve adalet duygusunu tesis etmek için çok önemli…
Trump'ın bu provokatif kararı üçüncü intifadayı başlatacak gibi görünüyor. Hamas bu yönde açıklama yaptı bile. İlk intifada yani başkaldırı 1987'den 1993'teki Oslo barışına kadar yaşanmış, bir çok kişi hayatını kaybetmişti. İkinci ise 2000-2005 yılları arasında.
Esasen İsral-Filistin çatışmasının arka planının temel taşlrını bilmeden önümüzdeki süreci iyi yorumlayamayız. O nedenle bu yazıda kısaca yaşananları kronolojik olarak hatırlatmak isterim.
Filistin'in kaybından sonra ilk 10 yıl Filistinliler Arap devletlerinin Filistin'I kurtaracakları ve evlerine geri dönecekleri umudu ile yaşadılar. O dönemi Siyonist-Filistinli mücadelesinden Arap-İsrail savaşına evrilme olarak tanımlayabiliriz. Ancak zaman geçtikçe başta dönemin Mısır lideri Nasır olmak üzere Arap dünyasında İsrail ile askeri bir çatışmaya girmekten çekinme eğilimi oldupu ortaya çıktı. Hatta ürdün hariç diğer Arap ülkeleri Filistinli mlteci kamplarını da istemediler ve şartları adeta onların terk etmelerini istercesine zorlaştırdılar. Filistin Ulsal Kurtuluş Hareketi buradan doğdu. Ilk olarak Mısır yönetimindeki Gazze kampları ve Kuveyt'te kıpırtılar başgösterdi. 1957'de Kuveyt'te Fetih kuruldu. Yaser Arafat, Halil Vezir ve Salah Halef tarafından örgütlendi. Bunlar silahlı direnişi savunuyorlardı ve o nedenle İsrail çok tepki gösterip bu hareketin destekçilerini barındıranlara baskı uygulamaya başladı. Nasır fedaileri kontrol etmek için 1964'te FKÖ'yü kurdu. (Uluslararası SiyasiTarih 20. Yüzyıl-Anthony Best, J.M. Hanhimaki, J.A. Maiolo, K. E. Schulze)
Ancak 1967 savaşının sonunda israil topraklarını genişletip 665 000 Filistinliyi daha evsiz bırakınca FKÖ bağımsızlık ilan etti. Bu kopuşla birlikte hedef de değişti, artık İsrail'in yok edilmesi değil Müslüman, yahudi ve Hıristiyanlaın barış içinde birlikte yaşayacağı seküler ve demokaitk bir devlet fikrine yaklaşıldı. Bu arada Ürdün gerilla savaşının merkezi haline geldi.
1970'de FKÖ Doğu Şeria'da devlet ilan edip İsrail uçaklarını kaçırmaya ve Ürdün havalimanlarına indirmeye başladı. Böyle olunca ürdün hedef haline geldi ve suçlamalara maruz kaldı. Üzerine bir de Kral Hüseyin'e suikast düzenlemeye kalkınca Ürdün iç savaşı patladı ve Ürdün ordusu Filistinliler saldırarak ağır kayıplar verdirdi. Daha sonrasında FKÖ Lübnan'a taşındı ve bütün fraksiyonlar tek bir komuta altına laındı. Silahlar satın alınıp ordulaşılmaya başlandı. Aynı zamanda eylemleri batıya taşıma kararı alındı ve Münih olimpiyatlarındaki meşhur İsrail atletizm takımına baskın hadisesi yaşandı.
Ancak bunlar olurken 1975'te de Lübnan toplumu ayrıştı ve iç savaş çıktı. Bu da FKÖ için hareketlenme fırsatı doğurdu. Suriye 1976'da, İsrail ise Mart 1978 ve Haziran 1982'de Lübnan'a girdi. 1982'de Lübnan'a girerken amaçlardan biri de Filistinliler'I Lübnan'dan çıkarmaktı. Bu, Filistin milliyetçiliğini yükseltti. Şatila kampında yaşanan katliam 1987'de başlayacak İntifada'nın taşlarını döşeyen bir öfke yarattı. Uluslararaı çapta da Filistinliler'in mücadelesine destek sağladı.
İşte şimdi Kudis'ü ABD'nin başkent ilan etmesi ile uyuyan öfke yine uyanıyor. Malesef bir çok hayat yok olabilir ancak Filistinliler'in mağduriyeti ve haklı başkaldırışları dünyayı yeni bir evreye de sürükleyebilir.