ABD'nin başkanı Donald Trump anti demokratik uygulamaları ile başta kendi ülkesi olmak üzere dünyanın tamamında eleştiriliyor, kötü örnek olarak gösteriliyor, frenlenmeye çalışılıyor. Avrupa'da Trump'a vurmak, onunla aynı safta olmadığını beyan etmek doğru ve 'şık' tavır. Öte yandan bazı Müslüman ülkelerin vatandaşlarına getirmeye çalıştığı giriş yasağı ve Suriyeli mültecilere kapıları tamamen kapama politikasını yerden yere vuran Avrupa Türkiye'ye karşı sergilediği tavırla Trump'tan farksız olduğunun farkında mı?
Almanya'da Türkiye Cumhuriyeti'nin Adalet Bakanı'na, Ekonomi Bakanı'na, Dışişleri Bakanı'na yapılan saygısızlık, sudan sebeplerle onların konuşmalarını engellemeye çalışmak, hele daha sonra Hollanda'nın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nu n uçağına uçuş izni vermemesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nı kendi konsolosluğuna girmekten alıkoyması, demokratik hak olan tepkilerini göstermeye gelen insanların üzerine Hollanda polisinin köpekleri salması, fiziki müdahalede bulunması Trump'ın Amerika'sından çok daha illiberal, çok daha anti demokratik bir görüntü sunuyor. Yıllarca liberal demokrasinin beşiği olmakla övünen Hollanda herhalde seçim fırtınası nedeniyle yaşadığı çılgınlığı atlatınca yaptıklarından epey utanacaktır…
Öte yandan Türkiye'de bazı çevreler birkaç gündür, Türkiye'nin kendi kanunlarında yurt dışı propaganda yasağı olduğunu söyleyip hükümetin kendileriyle çeliştiğini iddia ediyorlar. 2008 yılında yurt dışındaki temsilcilik ve elçiliklerde sandık kurulabilmesi için Seçim Kanununda değişiklik yapılmış, oraya farklı ülkelerde ilgili makamlardan engel çıkarılmaması için bir madde eklenmişti. Ancak ünlü Hukuk Profesörü Ersan Şen'in de belirttiği gibi ' propaganda' kavramı seçim ya da referandumla ilgili her türlü toplantıyı kapsamaz. Aksi takdirde yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza bilgi içerikli hiçbir konuşma yapılamaz ki bu oy kullanmanın ve seçmenin doğasına aykırıdır. Yani Hollanda ve Almanya'nın yaptığı hukuksuzluk için bir kılıf bulamaya çalışanlar boşuna sevinmesinler. Şen'in haber7.com'da konu ile ilgili yazdığı makalede de belirttiği gibi "… Anayasa değişiklikleri hakkında açıklama ve toplantı yapılmasında, yarar ve zararlarından bahsedilmesinde…gerek İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve gerekse Türk hukuku yönünden hukuki sakınca yoktur."
Öte yandan Avrupa'nın son birkaç yılda nasıl büyük bir dönüşüm gösterdiği de ortada. Temmuz 2013'te Mısır Darbesinin ve Türkiye'de devam eden Gezi olaylarının üzerine Köln yakınlarında Erdoğan ve demokrasiye sahip çıkma mitingi düzenlenmiş, o dönem Alman hukuku Erdoğan'ın bu mitinge telekonferans yöntemi ile katılmasında bir sakınca görmemişti. Nitekim Erdoğan, mitingdeki yaklaşık 50 bin kişiye görüntülü bağlanarak hitap etmişti. Ancak aynı Alman hukuku 15 Temmuz'un ardından Düsseldorf'ta demokrasiye sahip çıkma mitinginde Erdoğan'ın telekonferans yapmasını nedense uygun bulmadı, hukuka aykırı dedi ve izin vermedi!
Avrupa'da yaşananlarda herhangi bir hukuk prensibinden bahsedilemeyeceği çok açık. Avrupa hükümetleri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti'ye yönelik büyük bir çevreleme, baskılama, yalnız bırakma politikası uyguluyorlar. Gezi olaylarından beri adım adım başlayan bu dalga defalarca Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından geri püskürtüldü. Bunun şaşkınlığıyla da olsa gerek artık kitabına uydurma gibi bir kaygı da duymuyor Erdoğan'ın Türkiye'sinden rahatsız olan ve onu devirmeyi hayal eden çevreler. Ama yaşananlar ortada ve tarih bu yaşananları Avrupa açısından utanç sayfalarına not edecek…