Türkiye 16 Nisan'daki anayasa referandumuna giderken ilginç günlerden geçiyor. Bu referandum 12 Eylül darbesi ürünü olan 1982 anayasası ile ilgili şimdiye kadar yapılan değişikliklerden çok daha kapsamlı ve farklı. Paketin neler getireceği üzerine birkaç hafta önce detaylı bir yazı yazmıştım dolayısıyla onları yeniden tekrarlamak istemiyorum. Bu değişiklik hükümet sistemi ile ilgili. Şayet referandumda 'Evet' oyları çoğunluk çıkarsa Türkiye tekli meşruiyetten, yani halkın parlamentoyu seçtiği, parlamentonun da hükümeti çıkardığı sistemden çiftli meşruiyete, yani halkın ayrı ayrı parlamentoyu ve cumhurbaşkanını belirlediği modele geçecek. Bu da doğal olarak hükümetin parlamento ve yargı ile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini içerecek.
Ancak 16 Nisan yaklaşırken gerginlik de artıyor. Zira bürokratik oligarşinin korunduğu, siyasetin kurumlarla frenlendiği, yargının askeri vesayetle işbirliği yaptığı eski sistemin son kalıntıları da bu değişiklikle tarihe karışacak. Siyasetin önü çok açılacak. Seçilmişler güç kazanacak. Bu 'rejim bekçileri' olarak konumlanan bürokrasinin içindeki çevrelerde büyük bir korku yaratıyor.
Bu korkuyu besleyenler 'rejim elden gidiyor' 'tek adam rejimi geliyor' gibi sloganlarla gerginliği artırıyor. Ve alttan alta toplumun farklı kesimleri tuhaf bir şekilde art arda hedef alınarak bir kargaşa ortamı yaratılmak isteniyor. Türkiye'nin ünlü komedyenlerinden Müjdat Gezen'in sanat merkezi son derece provokatif bir şekilde kundaklandı. Fail bulundu ancak bu saldırının ardında yönlendiren karanlık bir el olup olmadığı meçhul. Müjdat Gezen Ak Parti karşıtı, koyu Kemalist bir isim. Öte yandan onun sanat merkezine yönelik saldırı ile yaklaşık aynı günlerde Ak Parti'ye yakın ve son dönemin en şahin gazetecilerinden Cem Küçük'ün evi birkaç genç tarafından kurşunlandı. Bu gençleri kimin kışkırttığı, kimin yönlendirdiği araştırılıyor. Öyle bir ortam var ki sanki farklı görüşteki kesimlerin her biri kendini karşı taraf tarafından tehdit altında hissetsin isteniyor.
Bu gelişmeler yaşanırken Ak Parti cumartesi günü referandum kampanyasının tanıtım toplantısını yaptı. Toplantıda kucaklayıcı mesajlar verilmesi, geleceğe dönük pozitif vaatlerde bulunulması, hem Fatih Sultan Mehmet'e hem Atatürk'e göndermede bulunulması Ak Parti'nin bütünleştirici bir referandum kampanyası yapacağını anlatması bakımından çok önemli. Unutmayalım ki 2007'de Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı 'rejim bekçileri' tarafından engellenmeye çalışılmasa, dönemin Genel Kurmay Başkanı Gül'ün adaylığına karşı muhtıra vermese, CHP'nin desteklediği vesayetçi yargı cumhurbaşkanlığı seçilme şartı olarak mecliste 367 oy aranması gerektiği bahanesini üretmese (daha önceki cumhurbaşkanları için bu şart aranmamıştı) Ak parti seçimlere giderek cumhurbaşkanını halkın seçtiği anayasa değişikliğine gitmeyecekti. Vesayetçi güçlere karşı halk bu değişikliğe ezici çoğunlukla 'evet' oyu verdi. Ve geldiğimiz noktada mevcut sistemle uyumlu olmayan sandıktan çıkan cumhurbaşkanı modeline geçildi. İşte şimdi bu uyumsuzluğu gidermek, siyasetin önünü tıkayan bürokratik vesayetin beslendiği sistemi değiştirmek ve tıkanan kanalları açmak için 27 Nisan'da referandum var. Önemli olan bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının özgürce sandık başına gidebilmesi ve Türkiye'nin yoluna nasıl devam edeceğinin halkın iradesi ile belirlenebileceği bir ortamın korunmasıdır. Bunun için dünyaya hikayemizi doğru bir şekilde anlatmamız gerek…