7 Ağustos 2016 Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yeni bir sayfa açtı. Pazar günü, Anadolu'nun dört bir yanından ve İstanbul'un muhtelif semtlerinden milyonlarca insan Yenikapı meydanına adeta aktı. 'Aktı' kelimesi çok önemli zira o kalabalıkların bir dalga gibi hareketi, 80 yaşın üzerindeki yaşlılardan kundaktaki bebeklere kadar nüfusun her kesiminin aynı yere sürüklenmesi şairlere ilham verecek bir görüntüydü.
Saat 17'de başlayacağı ilan edilen miting için kapılar sabah 10.30'da açıldı. Ve o saatten itibaren öyle bir kalabalık hücum etmeye başladı ki alana… Üstelik düşünün: İstanbul'un en sıcak zamanı. Hava güneşte 38 dereceyi buluyor ve gölge alan yok denecek kadar az. Böyle bir ateşin kucağına büyük bir şevkle ve mutlulukla aktı bu ülkenin yurttaşları. 4 milyonun üzerinde insan o meydanı doldurdu ve yüz binlercesi de yer olmadığı için dışarıda kaldı.
Ben kendimi hiçbir zaman milliyetçi olarak tanımlamadım. Aksine, bir liberal demokrat olarak bütün dünyayı aynı şekilde kucaklamak gerektiğine inandım. Ancak son dönemde Türkiye'de yaşananlar öyle bir boyuta vardı, dünyaya derdimizi anlatmakta öyle zorlandık, öyle yalnız bırakıldık ki milliyetçi duygular yalnızca milliyetçilerde değil, toplumun her kesiminde çok güçlü bir şekilde hissedildi.
Şunu net bir şekilde söylemek lazım: 15 Temmuz gecesi bu ülkenin ordusunun içine yerleşmiş, liderliğini Fethullah Gülen'in yaptığı bir gizli yapılanma, bir terör örgütü kendi ülkesini işgal etmeye kalkıştı. Yaşananlar bir darbe girişiminden ziyade bir işgal ve istila girişimiydi. Masum insanların üzerine bu milletin silahlarıyla hedef gözetmeksizin bu teröristler ateş açtılar ve yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Ancak 11 Eylül ile kıyaslanabilecek böyle bir trajedinin özellikle olayın hemen ertesinde Batı medyasında çok yanlış aksettirilmesi, sanki 15 Temmuz gecesi yaşananlar Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen'in arasındaki bir siyasi kavgaymış, Erdoğan bunu kendini güçlendirmek için hazırlamış gibi yaklaşımlar sergilenmesi ister Ak Partili, ister CHP'li ister MHP'li olsun toplumun her kesiminde büyük bir infial yarattı.
Dışarıdan bakan biri olarak lütfen gözünüzde canlandırmaya çalışın: Bir gece gökyüzünde kendi ülkenizin ordusuna ait yüzlerce uçak uçmaya F16'lar ses duvarını aşarak bomba etkisi yaratmaya başlıyor, çocuklarınızı, ailenizi nasıl kurtaracağınızı düşünmeye başlıyorsunuz, köprüler yollar eli silahlı terörist askerler tarafından tutuluyor ve halkın seçtiği cumhurbaşkanını öldürmeye yemin etmiş bir grup suikastçı, cumhurbaşkanının olduğu yere baskın düzenliyor! Herhalde Hollywood senaryosu olsa uçuk bulurdunuz bu yaşananları… Ama maalesef bütün Türkiye vatandaşları 15 Temmuz gecesi bu kâbusu hep birlikte yaşadı ve ertesinde dünya tarafından nasıl yalnız bırakıldığını, dünya medyasının kendisine ne kadar uzak olduğunu gördü…
Geçen Perşembe günü ABD'nin Türkiye Büyükelçisi John Bass ile küçük bir gazeteci grubu olarak bir araya geldik. Büyükelçinin verdiği mesajlarda da ABD'nin 15 Temmuz ertesi sergilediği tutum ile ilgili bir özeleştiri içinde olduğunu sezdim. Türkiye'de giderek artan Amerikan ve Batı karşıtlığı ABD'yi de kaygılandırıyor ve yavaş yavaş bizimle empati yapma gerekliliğinin Washington hissetmeye başlıyor. Bu çok olumlu zira dünya Türkiye'de yaşananlara bu kadar kayıtsız kalır ve Türkiye'yi bu kadar yalnız bırakırsa kendi elleriyle önemli bir müttefiki itmiş olacak. Benim gibi dünya ile entegrasyonu savunan AB müzakerelerinin başından beri en büyük destekçilerinden olan yazarlarda bile bu 'adaletsizlik' hissi vuku bulduysa siz toplumun geri kalanını düşünün…
7 Ağustos Türkiye toplumu açısından bir devrimdi. Dilerim Türkiye-Batı ilişkileri açısından da öyle olur!