Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriyeli göçmenlere Türkiye vatandaşlığı verileceğini açıklaması başta Avrupa olmak üzere dünya çapında büyük yankı yarattı. Türkiye'nin içinde bazı kesimlerde ve Avrupa'daki yankıların temel dürtüsü aşırı sağ olarak tanımlanabilecek bir refleks. Açık bir ayrımcılık, hatta ırkçılık. 'Suriyelileri istemiyoruz' olarak özetlenebilecek içerideki utanç verici tepkiler Almanya'da Nazilerin Türker'e karşı gösterdiği tepkileri hatırlatıyor.
Avrupa'da ise binlerce mülteciye sırt çevirmenin, yıllardır övündükleri 'hümanizm', insan hakları gibi başlıklarda nasıl bir riya içinde olduklarının ortaya çıkmasının verdiği bir utanç var. Suriyelileri almamak için bin bir takla atan Avrupa kapılarını açmakla kalmayan şimdi de vatandaşlık vereceğini söyleyen Türkiye karşısında kendi reddiyeci tavrına kılıf bulmaya çalışıyor. O kılıf da Avrupa'nın içinde çıkan faşist söylemde yatıyor. 'Güvenlik tehdidi, işsizlik kaynağı vs. vs.'
Hâlbuki Suriyelilere vatandaşlık vermek belli prensipler çerçevesinde olacak. Elbette teröre kucak açma planı yok Türkiye'nin… Peki, ne mi var vatandaşlık meselesinin temelinde?
Türkiye Osmanlı mirasının üzerine oturan, Suriye ve Ortadoğu'nun önemli bir kısmıyla ortak geçmiş ve ortak tarih birikimine sahip bir ülke. Erdoğan Suriye savaşının başından beri bu sorumluluğu hissederek hareket etti. Şimdi de bu ülkede kalıcı olmak isteyen, üretecek, katkı sağlayacak, çaresizliğinden değer yaratacak Suriyelilere kucak açmak istiyor. ABD göçmenler üzerinde yükseldi. Ülkelerinde aradıklarını bulamayan milyonlarca insanın enerjisi ile dünyanın bir numaralı ülkesi haline geldi. Bizim topraklarımıza umut aramak için ve canlarını kurtarmak için gelen Suriyelilere de neden böyle bir şans verilmesin?
Deniyor ki onlar yüzünden milli gelirimiz düşecek, işsizlik artacak… Hayır! Bu argümanlar liberal ekonominin temel ilkelerine aykırı. Yeni iş gücü yeni enerji demek, yeni üretim demek, dinamizm demek… Üstelik vatandaşlık Suriye'den her ayak basana verilmeyecek. Bir takım vatandaşlık kriterleri var ki bence bu kriterler de tartışmaya açılmalı…
Bence tek kriter sicil olmalı. Terörle bağlantısı olup olmadığı, ülkesinde suça bulaşıp bulaşmadığı çok iyi araştırılmalı. Temiz olduğu tespit edilenlere vatandaşlık verilebilmeli. Dil bilmek vs. gibi kriterler aranmamalı. Bu gün New York'ta Chinatown'da hala tek kelime İngilizce bilmeyen son derece 'New Yorklu' birçok Çinli var. New York'u New York yapan da bu kozmopolitlik…
Türkiye'de çeşitli kentlerde 2 milyon 750 bin Suriyeli kayıtlı olarak yaşıyor. Kayıt dışı olanlarla bu rakam yaklaşık 4 milyonu buluyor. Ancak Türkiye'nin Cenevre Konvansiyonunu uygulaması, yani sadece Avrupa ülkelerinden gelenlere mülteci statüsü verdiği için Türkiye'de kayıtlı olanlar bu statüye sahip değil. Suriyeliler 22 Ekim 2014'te çıkarılan bir yönetmelikle 'geçici koruma' altına alınıp sosyal hizmetlerden faydalanma ve çalışma olanağına kavuşmuşlardı. Ancak ikamet izni almak ayrı bir başvuru gerektiriyordu.
Şimdi güvenlik taramasından geçen ve 5 yılını dolduran Suriyelilere 'burası sizin de vatanınız' demek büyük bir özgüven ve insanlığa işaret ediyor. Bunun üzerinden yeni ve hepimize faydası olacak bir enerji yükselecek. Yeter ki gölge eden faşistleri utandırmayı bilelim…