İstanbul ve Brüksel'de 4 gün ara ile yaşanan DAEŞ saldırıları bir çok yönüyle tartışılıyor. Örgüt nasıl bu kadar stratejik yerleri vurabiliyor? Genel olarak bir istihbarat zaafından mı söz etmeliyiz yoksa bu tip canlı bomba eylemlerinde ne kadar iyi istihbarat ağı da olsa risk yüksek mi? Türkiye'nin sınır dışı ettiği DAEŞ bağlantılı terörist serbest bırakılmasa 34 kişi bu gün yaşıyor mu olacaktı? İstanbul'daki saldırıda İsrailli turistler bilerek mi hedef alındı?
Bu ve buna benzer onlarca soru ve bu soruların spekülatif cevapları var. Ancak somut bir gerçek var ki DAEŞ Türkiye'yi zor durumda bırakmak, turizmini baltalamak ve Batılılar için Türkiye'yi ayak basılmayacak kadar tehlikeli olarak lanse etmek isterken Batı'daki Müslümanların da her geçen gün yaşam alanını daraltıyor. Çifte standartlar, Müslüman göçmenleri iççine kabul etmeyen monokültürist anlayış ve asimilasyonist politikalar ile DAEŞ gibi bir canavarın ortaya çıkmasına katkıda bulundu Batı. Öte yandan güya bir başkaldırış adına şiddet üreten DAEŞ başkaldırdıkları için değil de adeta düşman olarak gördüğü tek tipçi Batı için çalışıyor. Zira DAEŞ vurdukça Batı'da aşırı sağ güçleniyor. Bakın Hollanda'da yapılan son kamuoyu araştırmalarına göre son Brüksel saldırısından sonra bu gün seçim olsa göç ve İslam karşıtı söyleme sahip aşırı sağcı Geert Wilders'in Özgürlük Partisi (PVV) birinci parti olacak. Wilders camiler ve sınırlar kapatılsın, Müslümanlar tecrit edilsin diyen bir faşist. Ve güya İslam için öldürdüğünü iddia eden DAEŞ bu zihniyetin ekmeğine yağ sürüyor. Paris saldırısından sonra da benzer bir şey oldu. Yine aşırı sağ lider Marine Le Pen güç kazandı ve ancak diğer partilerin ortak hareket etmesi ile engellenebildi. Genel olarak bütün Batı'ya DAEŞ gibi bir canavar karşısında hâkim olan ortam radikallerin işine yarıyor. ABD'de Donald Trump'ın büyük bir olasılıkla Cumhuriyetçi aday olarak başkanlık yarışına girecek olması da bunun bir örneği. ABD'nin üzerine kurulu olduğu değerleri hiçe sayarak nefret söylemi ile oy topluyor Trump.
Maalesef aşırı uçlar daima birbirini besliyor. Tıpkı Hitler'in faşizmine karşı panzehir gibi görünen Stalin komünizmi gibi… Halbuki barbarlıkta, totaliterlikte birbirlerinden farkları yoktu. Bu gün de aynı döngü devam ediyor. DAEŞ'e karşı güç kazananlar radikal söylemler. Esasen bu döngü başka boyutlarda da görülebilir. Bu gün DAEŞ gibi bir canavarın var olma sebeplerinden biri de Ortadoğu'daki yanlış politikalar. ABD'nin Irak'a girişinden itibaren adalet gözetilmeksizin Sünnilerin tamamen aleyhine politikalar güdüldü. Bush'tan sonra Obama bu yanlışı daha da derinleştirdi. Irak adeta İran'ın güdümüne girdi. Çok güçlü bir Şii bloğu oluştu. Şimdi de Esad kurtarılmaya çalışılarak bu blok güçlendiriliyor. İşin ironik tarafı DAEŞ'i doğuran temel sebeplerden biri olan bu tablo korunarak DAEŞ'le mücadele edileceği düşünülüyor. Ve bu kısırdöngü sürüp gidiyor. Maalesef DAEŞ son 100 yılın en önemli radikal terör realitesi. Bu realiteyi Esad'ı koruyarak ya da teröre karşı istihbaratı geliştirerek değil DAEŞ'e karşı Ak Parti tipi demokratik İslamcı hareketleri güçlendirerek yenmek mümkün…