Türkiye-AB ilişkileri bir süredir Suriyeli göçmenlerin odak noktasında olduğu yeni bir paradigma üzerinden ilerliyor. Avrupa, göçmen krizine karşı herhangi bir çözüm üretemez ve son derece ayrımcı ve reddedici bir tutum sergilerken, Türkiye kapılarını başından beri sığınmacılara açan bir ülke oldu. Yalnızca açmakla kalmadı, çok iyi şartlarda kamplar inşa etti. Ancak malum, bu büyük bir mali yük demek. Bu yükün doğal olarak paylaşılmasını istiyor Ankara. AB ile ilişkilere yeni bir sayfa açan boyut da burada başlıyor. Türkiye AB'den maddi yardım istiyor, AB ise göçmenlerin bir kısmını Türkiye'ye geri göndermek. Bunu karşılığında ise Türkiye'ye uygulanan Schengen vizesinin kaldırılması isteniyor. Kısaca bu gün yani pazartesi günü Brüksel'de yapılan Türkiye-AB zirvesinin arka planı bu.
Şimdilik 3 milyar Euro'da anlaşılmış görünüyor. İşte böyle bir gündemle Başbakan Davutoğlu'na eşlik etmek için Brüksel'e geldik. Çok soğuk ve uzun bir gün yaşandı Brüksel'de. Başbakan AB kurumlarının ve üye ülkelerin liderleriyle görüştü. Türkiye masaya yeni bir kağıt koydu. Üzerinde yeni öneriler var. Bu nedenle görüşmelere ek süre istendi. Önce AB kurumlarının ve üye ülkelerin liderleri, sonra onların kendi aralarındaki toplantılar, NATO ile toplantı ve daha sonra yeniden AB liderleri ile Türkiye'nin önerisinin değerlendirildiği toplantı… Önceki akşam, yani İstanbul'dan Brüksel'e varır varmaz da önce Alman Şansölye Merkelve Hollanda Başbakanı Rutte ile daha sonra da heyetler arası birçok görüşme yapıldı.
Çok kaygılı ve tıkanmış bir Avrupa buldum bu kez Brüksel'de. Dün akşam televizyonlarda gezinirken Flaman kanallarda da, Fransız kanallarda da sık sık Türkiye üzerine haberler vardı. Alman Sat 1'de rastladığım bir tartışma programı ise Türkiye ile ilgili algının ne kadar sakatlandığını gösteren ilginç bir örnekti. Anne Will'in programına Alman Adalet Bakanı SPD'li Heiko Maas, Avusturya Dışişleri ve Uyum Bakanı Sebastian Kurz ve bir Slovak bakan katılıyordu. Gazeteciler Türkiye'deki durumdan bahsederken devletin her gün yaklaşık 160 Kürt öldürdüğünü, 'normal' bir gazete olan Zaman'ın kapandığını büyük bir öfke ile anlatıyor ve bakanlara neden göçmenler bahanesiyle Türkiye ile ilişki kurduklarını soruyorlardı. İstedikleri ilişkilerin kopmasıydı. Ne tek bir kez PKK ya da terör ne de Gülen'in networku lafını duydum. Avrupa'da olmak anti-Türkiye propaganda savaşının ne kadar derinleştiğini anlamak için önemli… Bu propagandayı hem güçlü PKK lobisi hem de Gülen'in burada hala faal ve güçlü olan medya ve STK'ları besliyor. Ancak bu kadar büyük bir dezenformasyon kampanyası olmasına rağmen Brüksel'in Türk mahallesi Schaerbeek'e bu kampanya neredeyse hiç uğramamış. Hala insanların çok büyük bir kısmı Erdoğan ve Ak Parti'yi çok büyük bir şevkle destekliyor.
Öte yandan bu kampanya Brüksel'deki siyasilere de pek uğramamış. Nitekim geceyi sabaha bağlayan saatlere kadar süren toplantıların ardından uçağa geçen Başbakan ve heyeti son derece pozitif ve Türkiye'nin önemini iyi kavramış bir Avrupa bulduklarını belirttiler. Türkiye hakikaten önemli bir hamle yaptı. AB'li liderlerin tabiriyle 'oyun kurucu' oldu. Önerdiği plana göre Türkiye'den yasadışı yollarla Avrupa'ya varan göçmenler Türkiye'ye iade edilecek, buna karşılık AB de kendi topraklarına Türkiye'den kayıtlı göçmen alacak. Bu denizlerdeki ölümlerin ve insan kaçakçılığının da önüne geçebilecek kritik bir adım… Bunun karşılığında AB'nin 2018 sonuna kadar ek 3 milyar Euro göndermesi ve Türkiye'ye vize muafiyetini hazirana çekmesi bekleniyor. Kısacası Brüksel temasları oldukça olumlu görünüyor. Nihai karar 18 Marttaki toplantıda alınacak…
Kadınlara ayrı bir gün ayrılma gereği duyulmayacak günlerin özlemiyle 8 Mart'ınızı kutluyor, kadını ezen bir dünyaya meydan okumak için güçlü ve kararlı olmanın önemini bir kez daha hatırlatıyorum…