Başbakan Davutoğlu'nun çok net bir şekilde sıraladığı Türkiye'nin şartları şunlardı:
-YPG havaalanını boşaltacak
-Koridoru kırmaya çalışmayacak
-Azez'den derhal uzaklaşacak
Öte yandan PYD geri adım atmayınca Türkiye Pazar günü Suriye'nin kuzeyindeki PKK bağlantılı YPG unsurlarını ikinci kez vurdu. Bunun üzerine PYD'nin tavrında herhangi bir değişiklik oldu mu? Hayır, aksine Salih Müslüm Ankara'nın taleplerini reddettiklerini açıklayarak Türkiye'nin vurduğu hava üssünün Suriye Demokratik Güçleri tarafından geçen hafta ele geçirilene kadar el Nusra'nın kontrolünde olduğunu söyledi ve 'Nusra cephesinin orada kalmasını mı istiyorlar yoksa rejimin gelip işgal etmesini mi?' diye sordu.
Öte yandan Türkiye'nin yaptığı hamleden sonra ABD Başkan yardımcısı Joe Biden Başbakan Davutoğlu ile telefonda görüşerek Türkiye'nin bombardımanı kesmesi çağrısında bulundu.
Bu denkleme baktığımızda Türkiye'nin zor bir pozisyona sokulmaya çalışıldığı net. Ankara başından itibaren bir iddia ortaya atıyordu. Diyordu ki: Esed kendini yeniden muhatap kılmak için yalnızca kendine düşman muhalefetin yerine DAEŞ gibi bir terör canavarının palazlanmasını destekledi. Bunun için hapishanelerdeki el Kaideciler serbest bırakıldı ve silah desteği verildi. PYD de Esed ile çatışmadı, aksine rejimin yanında yer aldı.
Bu gün geldiğimiz noktada bu tezin doğruluğu her geçen gün daha net ortaya çıkıyor. Nitekim dünya DAEŞ'e karşı birleşmiş görünüyor. Esed, bırakın geçiş sürecini daha sonrası için kalıcı olarak planlarda yer almaya başladı ve işin tuhafı DAEŞ'e karşı koalisyonlar kurulsa da şimdiye dek esas zarar gören muhalefet. Rusya muhalifleri havadan, Esed karadan vuruyor, DAEŞ'e dokunan yok.
Öte yandan Esed'in PYD'yi beslediği taraflar tarafından da doğrulanan bir gerçek. PYD'nin özerklik ilan ettiği kantonlardaki memurların maaşlarını Esed ödüyor. Zaten 12 Ağustos 2015'te İngiliz Sunday Times'a verdiği röportajda Esed bu ilişkiyi açıkça anlatmış ve PYD'nin rejimle aynı bölgelerde terörle mücadele ettiğini, PYD'nin Suriye ordusu tarafından eğitildiğini ekleyip ' Belgelerimiz var, kendilerine silah ve mühimmat gönderdik' demişti.
PYD de Esed'e benzer bir taktikle dünyaya 'DAEŞ'le savaşan güç' olarak kendini lanse ederek ciddi bir zemin kazandı. Öte yandan Salih Müslüm kurnazca Türkiye'ye El Nusra ya da Esed yerine biz olsak daha iyi değil mi mesajı veriyor. Halbuki Esed demek PYD demek.
Suriye konusunda yaşanan gelişmelerdeki garabetler bunlarla da bitmiyor. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın'ın Sabah Gazetesi ve Daily Sabah'ta yayınlanan son yazısında da belirttiği gibi 'ilgili taraflar (Rusya dahil) son iki yıldır sorun askeriğ değil diplomatik olarak çözülebilir, derken şimdi Rusya-Suriye-İran ittifakı dünyanın gözünün içine bakarak tam tersinin doğru olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Bu ittifakın saldırıları BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı 2254 nolu kararın altını oyuyor.'
Öte yandan Esed'i yeniden canlandırmak amaçlı hava ve kara harekatları ayrı ve çok tehlikeli bir zemini de harekete geçirebilir. DAEŞ'e karşı son derece cılız giden operasyonlara kıyasla Esed'e yardımcı olmak için sivillerin vurulması, kitlelerin göçe zorlanması DAEŞ'e hem Suriye hem de Avrupa'da katılımları artırabilir.
Kısacası ABD'nin pasif adeta şuursuz politikaları ile Suriye'de dünya bir felakete sürükleniyor. Türkiye doğru tezleri başından beri seslendirip, adil ve vicdanlı bir dış politika yürütmeye çalışsa da her geçen gün alanı daralıyor ve bu politikayı uygulaması zorlaştırılmaya çalışılıyor. Bu denklemde ABD çizgi değiştirirse ya da Rusya ekonomik olarak bu çizgisini sürdüremez hale gelirse belki bir umut ışığı görünebilir. Onun dışında Ortadoğu'da karanlık günler maalesef sürecek gibi görünüyor.