Toplumsal cinsiyet çalışmaları; kadınlar, erkekler ve LGBT bireyleriyle ilgili sorunların üzerine yapılan çalışmalardır. Ancak bu çalışmalar dünyanın her yerinde bilhassa kadınlar üzerine odaklanan çalışmalar olarak algılanıyor.
Peki, bunun sebepleri neler? Sebeplerden biri, kadınlık, dişilik ve annelik anlayışlarını irdeleme niyeti taşıyan ve kadınlara dayatılan yerleşik toplumsal değerleri sorgulamak isteyen kadın araştırmacıların muazzam arzusu ve hırsıdır. Bir diğer sebep de, birçok ülkede kadınların, kadın sorunları üzerinde çalışmaya teşvik edilmesi olabilir. Bu yüzden, yıllar içinde toplumsal cinsiyet araştırmalarının kadınlar üzerine odaklanması uçsuz bucaksız bir araştırma alanına dönüştü ve başka birçok alana da genişleyerek disiplinler arası çalışmalarla karmaşık ve gittikçe gelişen bir saha haline geldi. Halbuki toplumsal cinsiyet dediğimizde bir cins üzerine aşırı yoğunlaşmış bilgi, veri ve teori adaletsiz yaklaşımlara sebep oluyor. Kadınlarla ilgili söylenenler gittikçe sofistike, interdisipliner hatta çağ açıp çağ kapatan bir hal alırken, erkeklik çalışmaları aynı yolu yürümek yerine kestirmeden feminizm çalışmalarının geldiği noktanın meyvelerini yemek istiyor. Toplumsal cinsiyet meselesini erkeklik açısından kurgulamadan kendisini tanımlanamaz bir noktaya koymak istiyor. Şüphesiz ki bu tanımlanmamak isteğinin arkasında kültürel izafiyete sığınmak yatıyor.
TANIMLAMAK ŞİDDET Mİ?
Tanımlamak o kadar da kötü bir şey değil. Judith Butler'ın cinsel kimlik politikalarını eleştirirken söylediği gibi; kadın olmak kendi başına bir kimliğe ve politik alanda meşru bir vasıtaya dönüşerek fazlasıyla popüler bir hale geldiğinde, belli bir dönemde ve yerde aynı anda hem tanımlayıcı hem bağlayıcı hem de "ötekileri" dışlayan normatif (hüküm ifade eden) ve biçimlendirici kadın kimlikleri inşa edilir. Bu, feminist teorinin en büyük sorunudur.
Gerçekten de, erkeklik üzerine odaklanan araştırmalar çok daha sonradan gelişti ve cinsiyet araştırmalarının bir dalı olarak ancak 1990'larda ürün vermeye başladı. Kapitalizm, militarizm, milliyetçilik, gelenekselcilik ve neoliberalizm, "kişisel olan politiktir" bakış açısıyla yeniden ele alındı ve erkeklik araştırmaları şunu keşfetti: Erkekler cinsiyet ilişkilerinde hakiki faydacı taraf olarak baskın konumdadır. Gerek patriarkal bir toplumda gerek post-modern iş kollarında ve hatta akademide yahut akla gelebilecek herhangi bir yerde, erkekler değişik toplumlara ve bağlamlara özgü her tür yerleşik düzenin hâkimi ve bunlardan en çok faydalanan taraftır.
Fakat erkekler hakkındaki bu bütüncül bakış kısa süre sonra bazı soruları akla getirdi: Her erkek egemen konumda mıdır? Erkeklerin hepsi düzenden faydalanır mı ve/veya egemen konumları sayesinde düzeni sömürür mü? Erkeklik araştırmaları farklı toplumlardaki birçok erkeğin ıstırap çektiğini, erkeklere dayatılan yüksek standartların hakiki kurbanları olduğunu ve erkeklik hiyerarşisi ile baskın erkeklikten etkilendiğini açıkça gösterdi.
Zamanla, erkeklik standartlarının da toplumlar tarafından koyulup ve biçimlendirilen ve içerdikleri bütün şeylerle birlikte sadece roller olmanın daha ötesinde, adeta kadınların da sergileyebileceği bir performans ve farklı düzlemlerde yerleştirilebilen bir tür öğreti olduğu fikrinde birleşildi.
ASIL SORUNUMUZ ERKEKLİK Mİ?
Şimdi asıl soru, nerdeyse evrensel hale gelmiş özgürleşme ve güçlenme gibi feminist kavramların bile zamanla her yerde işe yaramadığı ortaya konmuşken erkekliğin farklı bölgelerde ve farklı düzeylerde nasıl tanımlanacağıdır.
Kadınların karşı karşıya kaldığı baskılar ve zorluklarla ilgili evrensel bir teori olarak ortaya çıkan feminist teori, zaman içinde kimliklerin çoğulluğuna dair gelişkin bir kavrayış oluşturdu ve aynı zamanda, değişik feminizm türlerinin mümkün olduğunu kabul etti. 25-30 yıllık feminizm tartışmalarının, bireyler arasındaki tarihsel ve kültürel çeşitliliği incelemenin ve determinist tanımlardan kaçınarak "öteki"ni kabul etmenin sonuçlarından biri de bu oldu.
Feminist çalışmaların geçirdiği bu evrim, muazzam bir literatürün oluşumuyla ilerledi.
Benzer boyutta bir literatür üretmeyen erkeklik çalışmaları, bu gelişkin literatürden faydalanıp kendisinin kültürel görelilik açısından tanımına ilişkin sorunlara odaklandı ve feminist teorinin evrensel bir kadınlık anlayışı oluştururken başka birçok kimliği dışladığını ve daha da önemlisi, tartışmanın kapsamını daralttığını iddia etti. Erkeklik çalışmaları çoğunlukla, erkekliğin karşılıklı tartışmadan ve saha araştırmasından bağımsız olarak evrensel biçimde tanımlanmasının reddine dayanır. Bu çalışmalara göre, erkeklik sadece kültüre ve tarihsel anlayışa dayalı olarak biçimlendirilip icra edilebilir. Bu yüzden, erkekliğin tek bir tanımı olanaksızdır çünkü bizler erkekliği yalnızca feminizmin değişik türleri ve modernite ile erkekliğe dair farklı anlayışlar içinde ele alabiliriz. Ancak R. W. Connell'ın egemen erkeklik tanımına göre erkeklik, erkeklerin kadınlar ve LGBT bireyler üzerindeki hâkimiyetini sağlamak amacıyla her toplumun kendi bağlamına uygun olarak inşa edilir. Bu da bir cinsiyet düzeni oluşturur. Okulda, ailede, orduda ve iş yerinde farklı yüzleri olmakla birlikte, bu düzen yine de baskın bir karaktere sahiptir. Fakat değiştirilemez bir hâkimiyet olarak erkeklik kavramı, kültürel açıdan faklı ve birbirine rakip erkeklik biçimleri bağlamında bir çeşit değil düzey meselesidir.
Buradaki zorluk, erkekliğin kültürel göreliliğine dair iç içe geçmiş anlayışları ve cinsiyet düzeninin baskın karakterini deşifre etmektir.
Kuşkusuz, cinsiyet düzeninin baskın karakteri şimdiye kadar var olmuş toplumların tarihsel veya politik sosyal düzeninden ya da geleneğinden bağımsız olmadığı gibi, aynı zamanda belirli bir kültürel bağlamda bütün bireyler için nüfuz edilebilir de değildir.
Bununla beraber, Türkiye'deki erkek egemenliğinin genel olarak kabul edilen kültürel yönlerine odaklanmak isterim. Kabaca iki erkeklik türünden söz edebiliriz. İlki elbette ki, olağan şüpheli patriarkal modeldir. Ancak bu model dikkate değer bir ilerleme kaydetmiş ve birtakım değişiklikler geçirmiştir. Bilhassa 15 Temmuz darbe girişimi sırasında kadınların aktif roller oynamasında sonra, patriarkal sistemin kodlarını anlamak için artık yepyeni bir analiz modeline ihtiyaç var.
Türkiye'deki ikinci erkeklik modeli, sorgulanmamış seküler egemen erkek modelidir. Bu ne tür bir erkektir? Foucault'cu anlamda mükemmel bir bedensel bütünlüğe sahip, neredeyse kusursuz bedeniyle herhangi bir engeli veya kusuru olmayan bu orta yaşlı erkek, çoğunlukla evli ve çocukludur. Dini bayramlarda camiye gitmek ve çok geleneksel anlamda ailenin reisi ve koruyucusu olmak gibi temel geleneklere saygılıdır. Kültürel dindarlığa belli bir mesafe koyar, üniversite mezunudur, beyaz yakalı bir işte çalışır ve iyi bir geliri vardır. Topluma dayatılan ve diğer erkekler ile kadınlar üzerinde hâkimiyet kuran modern, seküler ve Türk erkek modeli budur. Her zaman olağan şüpheli olmasına rağmen, erkek kimliğine empoze edilen modern erkeklik standartları bağlamında bu baskın geleneksel-patriarkal modelden nadiren söz edilir. Bu egemen seküler erkeklik biçimi, kırsal-şehirli, zengin-fakir, eğitimli-cahil, merkez-çevre gibi tanımlayıcı ve baskıcı kategorilerin farklı düzeyleriyle yakından ilişkilidir.
AK PARTİ DÖNEMİNDE ERKEKLİK
2000 yılından itibaren Türkiye'de kadınların etkinliği, yeni ve farklı bir politik öznellik ortamındaki meydan okumayla karşılaştı. Köklü seküler seçkinler sınıfına mensup olmayan kadınlar, toplumda bir seçenek değil de hakiki ezber bozucular olarak görünür hale geldi.
İmajın gücü nedeniyle özellikle başörtülü kadınlarla ilgili her tür değişimi gözlemlemek kolay olmuştu. Ancak Türkiye'de bu değişim, erkeklerle veya erkeklikle ilişkili herhangi bir değişim bağlamında pek incelenmedi. Dindar erkekler de kendilerini önceki cinsiyet düzeninden uzak tuttu ve erkeklere yönelik hem geleneksel hem de seküler dayatmalara karşı çıktı. Mesela Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) son 15 yılda siyaset üzerindeki askeri vesayete son verdi. Yani ülkede seküler erilliği tanımlayan en önemli kurumlardan biri olan ordu, ciddi ölçüde itibar kaybetti. Türk militarizminin eril egemenliği zayıfladı ve vicdani retçilerin sayısı arttı. Bunların hepsi, zorunlu askerlik hizmetini yapmanın sünnet olmayı takiben erkekliğe geçişin ikinci aşaması olarak görüldüğü bir ülkede gerçekleşti.
Ana akım medya, geçmişte Türkiye'deki bu seküler erkeklik anlayışının belkemiği, üreticisi ve çoğaltıcısıydı. Ancak kırsaldaki bazı erkek modellerinin, hâlâ gayet baskıcı olsalar da, Arap dünyasında da popüler olan TV dizilerinin görünür olmasıyla birlikte, medya artık yeni erkeklik tanımlarına açılıyordu.
Dindar erkek kimliğinin geleneksel patriarkal düzenden kopması ve çeşitli erkek rollerinin kamusal alanda görünürlük kazanması yine AK Partili erkeklerin ilerici neoliberal politikaları desteklemesi ve bazı İslamcı erkeklerin bu neoliberal politikaları reddedip eleştirmesi örneğinde somutlaşıyor.
Şimdi açıkça görüyoruz ki Müslüman erkeklerin eylemliliği, ataerkil kodları barındırsa da yine Müslüman erkeklik kavramları ile birlikte güçleniyor ve şekilleniyor.
Başlangıç noktasına dönersek, erkeklik çalışmaları tekil ve evrensel bir egemen erkeklik kabulünü sorgulayıp belli bir bağlamdaki kültürel çeşitliliğe alan açtı, zaten özellikle Türkiye örneğinde bu durum aynen yaşanıyor. Lakin literatür açısından yetersiz beslenme, zayıf saha verisi, az miktarda karşılaştırmalı örneklem analizi ve kendini üretememe yüzünden nasıl oluyor da erkeklik kavramının modern toplumlarda fiziksel, algısal, yahut sadece imaj bakımından baskıcı bir cinsiyet düzenine yol açtığı sorusunu ise cevapsız bıraktı.