Amerika için Donald Trump başkanlığı hâlâ kötü bir şaka gibi. Yemin törenine kadar "acaba bir aksilik olur da Trump başkan olmaz mı" diye sınav gecesi "Allah'ım kar yağsa da tatil olsa" diye dua eden çocuklar gibi bekleyen Amerikalılar, bundan sonra işlerin pek de akılla yürümeyeceğine işaret ediyor.
Kasım 2016 seçimleri, Amerikan tarihinin gördüğü en enteresan seçimler oldu. Trump kazanamaz diye iddiaya girenler, hâlâ girdikleri şoktan çıkamadıkları için iddialarının gereğini yerine getirebilmiş değiller. Bizler de bu sayede Amerikan medyasının, New York Times ve CNN özelinde propaganda diline ne kadar teşne olduklarını görmüş olduk. New York Times editöryalleri öfke saçıyor. Geçenlerde CNN international muhabiri kendini tutamadı ve bir ekonomi programında alakasız bir bütçe planlaması hakkındaki haberde 'Tabii bütün bunlar Trump ülkemizin içine etmezse olabilecek' şeklinde bir yorum yapmaktan kendini alamadı.
ABD'ye son yaptığım ziyarette ICNA toplantısı için gittiğim Chicago'daydım. Tabii Trump'ın yemin etmesinden kısa bir süre önceydi ve rahat rahat girebilmiştim. Müslümanlarda derin bir endişe ve tedirgin bir bekleyiş vardı. Bir arkadaşım Trump'ın kabinesi şekillenmeye başladıkça televizyonu daha az açtığını ve dahası bu atanan isimlerin geçmişlerini ve söylemlerini araştırmayı bıraktığını söylemişti. Görünen İslamofobik ve yabancı düşmanı köyün kılavuz istemediğini geçen haftalarda mükemmel bir şekilde anladık.
Meselenin bir yüzü daha var. Chicago, Washington ve New York'ta bulunduğum sırada konuştuğum Müslümanlar bana ısrarla bir soru sordular: "Nasıl olur da Trump'ın başkan seçilmesi, Türkiye'de neredeyse gizli bir sevinçle karşılanır? Neden?" Hele de samimiyetle Türkiye sevdalısı olanlar bir miktar hayal kırıklığı ile Türkiye'nin nasıl olur da Trump meselesine hiç ses çıkarmadığını sordular. Türkiye, dünyada samimi Müslümanların gözünde "ümmet" bilincinin temsilcisi, herkese kapısını açan ve sahip çıkan bir ülke. Trump'ın seçim zaferi Türkiye'de "bekleyip görelim" den ziyade olumlu bir atmosferde, gizli bir sevinçle karşılandı.
MÜSLÜMAN DAYANIŞMASI MI AMERİKALI MÜSLÜMAN DAYANIŞMASI MI?
Türkiye'de halkı ve politika yapıcılar Trump felaketinin arkasını göremiyor ve bu politikalara onay mı veriyor? Nasıl olur da bizimki gibi bir ülkede hiçbir devlet tecrübesi olmayan İslam karşıtı bir işadamı desteklenebilir? Bu sorular gayet yerinde sorular ama yalnızca kendi baktıkları perspektif açısından... Malum, 'Birinci dünyanın Müslümanları sorunları' diye bir gerçeklik var. Sınırlarımızda yıllardır devam eden savaş, kimyasal silah kullanımı, PYD'ye silah verilmesi, büyükşehirlerde patlatılan bombaların Amerikalı Müslümanlar arasında oluşturmadığı infialin, "Amerika'nın gündemi hepimizin gündemidir" post-kolonyal ilkesi gereği Türkiye'de oluşturmasını bekliyorlar.
Bununla birlikte Türkiye'de koşulsuz bir Trump yandaşlığı falan yok. Trump'ın söylemlerinin Türkiye toplumunda kabul görmesi imkânsız. Dolayısıyla bu tavrın veya sessizliğin konjonktürü okumak şeklinde bir açıklaması var.
Bizler, yıllardır Amerikan basınından asılsız ve saldırgan iddialar okuyoruz. Bütün 2014 yılını Türkiye'nin DAİŞ'e destek verdiğini, hatta Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın İstanbul'da şubeleri olan bir ciğer lokantası sahipleri ile çektirdiği resmin aslında DAİŞ liderleri resmi olmadığını anlatarak geçti. Hatta Daily Sabah gazetesinin de içinde bulunduğu bir grup yabancı gazeteci bu ciğerciye götürüldü, yemek yediler ve tek suçlarının şalvar giymek ve sarık takmak olan bu kişilerle resim çektirdiler. Bu iş yerinin sahiplerinin sosyal medyada 'siz neden IŞİD liderleri ile bir yemek yemeyesiniz' diye bir videosu bile dolaşıyor. Türkiye bu ve benzeri asılsız zehirli propagandadan bıkıp usandı.
ABD'de medya, diplomatlar, siyasetçiler ve uzmanlar eliyle Türkiye aleyhine oluşturulan olumsuz algı, Türkiye hakkında çıkan yalan haberler, yapılan taraflı yayınlar ve verilen yanlış bilgiler, toplumun tüm kesimlerinde bıkkınlık yarattı.
VEKÂLET SAVAŞLARI VE HAYAL KIRIKLIKLARI
Türkiye'deki yeni Amerikan yönetimine olan temkinli yaklaşımın Trump taraftarlığı olarak okunması insanı hayrete düşürüyor. Üstelik bu okuma, yıllardır dış politika konusunda temkin ve itidal telkin eden bir cenahtan geliyor. "Neden Trump'a tepki vermiyorsunuz?" diye baskı yaparken yansıtılmak istenen sanki Trump'la ilgili yorum yapmayanların Trump'ın üstün yeteneklerini takdir ediyormuş gibi bir hava oluşturulması. Bu durum olsa olsa Türkiye'nin, ABD müesses nizamının hayal kırıklığı yaratan, iflas etmiş dış politikasının değişmekle kalmayıp tamamen yenileneceği yönündeki umudunu simgeliyor. Trump, Amerikan halkının değişim isteğine ve yeni başkanın çökme noktasına gelmiş ikili ilişkilere taze bir soluk getireceğine dair umut verici bir işaret olarak görülüyor. Bu durum Trump'a destek olarak değil bir önceki döneme dair bir hayal kırıklığının göstergesi olarak değerlendirilmeli.
Her şeyden önce, Obama yönetimi aktif ve etkili bir dış politika izleyemedi. ABD, bölgedeki tarihsel müttefiki olan devletlerle işbirliği yapmak yerine, PYD ile doğrudan bir müttefik ilişkisi kurdu. Obama'nın verdiği bu açık destek nedeniyle Türkiye'de oluşan öfke ve Türkiye'nin sırtından hançerlenme hissi son derece normal. Dahası ABD Suriye'de, bölgedeki tek Müslüman demokrasi olan müttefiki Türkiye'yle ilişkilerine zarar verme pahasına bir vekâlet savaşı başlattı. Devlet dışı bir aktör niteliğindeki PYD'yi açıkça desteklemesi, bölgedeki kaosu derinleştirdiği gibi Türkiye'yi de terörle mücadelesinde yalnız bıraktı.
TRUMP'IN DUVARI, CLİNTON'UN KÖPRÜSÜNDEN DAHA GERÇEKÇİ
Henüz 9 Kasım 2016 sabahı Trump'ın seçmenlerinden bazıları siyaseten doğruculuk döneminin bitişini açıkça kutlarken bugünlerde başımıza gelen olayları az çok tahmin ediyorduk. Siyaseten doğruculuğu bir tarafa bırakanların artık daha dürüst bir ilişki içinde olabileceğini söylemek de mümkün. Siyaseten doğruculuk ve genel liberal değerler çağı, 'laf çok ama icraat yok' ifadesiyle tanımlanabilir. Geçtiğimiz on yılda hepimiz, dünyanın her yerinde müesses nizamın önde gelen temsilcilerinin; haklar ve özgürlüklerden, çok kültürlülük, küreselleşme ve eşitlikten, savaşları ve çatışmaları durdurmak ve barışı tesis etmekten, ırkçılığı kınarken yoksulları ve mazlumları koruyacak uluslararası mekanizmalar oluşturmaktan söz ettiğine tanık olduk. Ama harekete geçme zamanı geldiğinde sadece sessizlikle karşılaştık. Kâğıt üzerinde güzel görünen bütün bu ilkeler sadece, adaletsiz müesses nizamın imtiyazlı çevrelerin lehine sürdürülmesine hizmet etti.
Obama'nın sıkça övülen süslü ve barış dolu sözleri, bu sözlerin az sayıdaki çıkar grubuna hizmet ettiği gerçeğini gizleyemiyor. Nefret söylemi, "Nefret söylemine karşıyız" retoriği ile bitmiyor. Silahlanma, siyahilerle ilgili adalet sorunları ve iç politikadaki sorunlar olduğu yerde duruyor. Trump'ın seçilmesi Amerikan elitlerinin kendi iç politikalarındaki iflasının bir yansıması aslında. Sonuçta ortaya çıkan tabloya bakalım; seçim kampanyası sırasında söylediği utanç verici sözlere rağmen, Trump rakibinden daha dürüst biri olarak görüldü. Trump'ın sınıra duvar inşa etme fikrine karşılık, Hillary Clinton, hem duvarı kınamış hem de Amerika'nın olsa olsa köprüler kuran bir medeniyet olacağını defalarca söylemişti. Çok açık ki Trump'ın duvarı, zihinlerde Clinton'un köprüsünden daha kolay canlanmıştı.
HANGİ ULUSLARARASI TOPLUM?
Amerika bir süper güç. O sebeple en ücra köşelerdeki küçük sorunlardan bütün diplomatik denklemlere kadar bütün süreçlerde görüşü önemseniyor. Ama Amerika kendini aşan veya artık bir tek Amerika'nın dürtmesi ile gerçekleşmeyecek bir sorunla yüz yüze. Uluslararası toplumun çöküşü... Bu çöküşten doğan sessizliğin dünyanın başına neler getirdiğini daha evvel defalarca gördük. Bugün de benzer böyle bir durum var. Sokaktaki herhangi bir Türk vatandaşına uluslararası toplumun ne olduğunu sorarsanız, size basitçe: "Hangi uluslararası toplum?" diye cevap verecektir. Oysa ben ABD'nin bir süper güç olarak, ciddi sorunlara çözüm bulmak için uluslararası toplumu harekete geçirme kapasitesi hakkında güven uyandırdığı dönemleri hatırlıyorum. Obama'nın Suriye'de kimyasal silah kullanılmasıyla ilgili kırmızıçizgisi yıllar önce aşıldı. Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne (OPCW) göre, Beşar Esed rejimi üç ayrı vakada sivil hedeflere kimyasal silahlarla saldırdı. Ancak Obama yönetimi sekiz yıl boyunca, Washington'daki müesses nizamın yardımıyla kibirli ve korkakça sessiz kalıp, birçok kez müttefiklerinin tavsiyelerine kulak asmadı. Bu da bölge ve dünya genelinde geçmişte iyimser olan birçok kişinin Obama'nın politikalarına sırt çevirmesine ve böylece uluslararası toplum kavramının içinin boşalmasına yol açtı.
Türklerin Trump'ın zaferine genel olarak olumlu bakmasına dair ifade edeceğim en son ve en önemli konu, onun 15 Temmuz 2016'daki kanlı darbe girişimini net biçimde kınamasıdır. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından düzenlenen darbe girişimini ilk kınayanlar arasında yer alan Trump, ABD yönetimini örgüt liderine karşı derhal harekete geçip onu Türkiye'ye iade etmeye çağırdı.
Trump'ın Demokrat Partili rakibi Hillary Clinton'dan seçilmesi halinde aynı şeyi yapmasını istemek, hiç gerçekçi olmazdı. Zira Clinton, Fetullah Gülen'in örgütünün ABD'de en çok bağış yaptığı kişilerden biriydi. Trump'ın radikalizme karşı vereceği savaşa FETÖ'yü de dâhil edeceği beklentisi ve bu terör örgütünün onun başkanlık döneminde elverişli bir ortam bulamayacağına dair inanç, Türkiye'de Trump'a yönelik desteği arttırdı. 9 Kasım'da Clinton kazansaydı, aynı örgüt, ılımlı İslam inancına sahip, eğitim ve din hizmetleri veren zararsız bir grup olarak görülecekti. Türk halkının başlıca korkularından biri de buydu.
Özetlemek gerekirse, Türkiye kamuoyunun Amerikalı Müslümanların ülkede yükselen İslamofobiyle ilgili kaygılarını paylaştığı da unutulmamalıdır. Seçim kampanyasının kızıştığı dönemde söylenen sözlerin Trump yönetiminin önümüzdeki dört yılda uygulayacağı politikalara yansımayacağını samimi olarak umuyor ve bunun için dua ediyoruz. Trump'ın ABD başkanı seçilmesi, ABD'nin politikalarını terör örgütlerinden ziyade müttefikleriyle işbirliğine dayandıracağı ve FETÖ'nün faaliyetleri ile örgütün ABD'de yaşayan liderine karşı ciddi tedbirler alınmasını kolaylaştıracağı yönünde umut doğurdu.