Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Afrika'nın güneydoğusundaki üç ülkeye – Tanzanya, Madagaskar ve Mozambik – yaptığı ziyarette, mevkidaşlarını Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tehlikesine karşı uyardı. Dünyanın 170 ülkesinde ciddi düzeyde varlık gösteren ve Afrika'yı ana faaliyet merkezlerinden biri haline dönüştüren bu örgüt, hayır işleri kisvesi altında para ve eleman temini için yıllardır Afrika'yı sömürüyor. FETÖ'nün Afrika sevdasının arkasında ne sözde hayırseverliği ne şefkati ne de fakirlere eğitim hizmeti götürme sevdası var.
Fetullahçılar her zaman, okullarına fakir Müslüman çocuklar ve gençlerden ziyade, en varlıklı ailelerin çocuklarını almayı tercih etti. Bu sayede para ve güç devşirdiler ve geleceğe yatırım yaptılar. Elbette bu durum Türkiye'de de aynıydı.
Seçkin ailelerin çocukları devşirildikten sonra bu çocuklar örgüt için gelir ve itibar kaynağına dönüştü. Zengin ve muhafazakâr ailelere; çocuklarını sözde İslamî ortamda iyi bir eğitim sunduğu iddia edilen bu okullara göndermesi telkin ediliyor. Elbette bu okulların ücretleri de diğer okullara nazaran oldukça astronomikti. Sürekli burslu öğrenci okuttukları iddiasıyla halka şirin gözükerek reklam yapan örgütün burslarından, ileride kullanabileceklerine kesin olarak emin oldukları en başarılı öğrenciler faydalanıp bu astronomik okul ücretlerini ödemekten kurtulmuşlardı. Yani öğrencinin hem fakir hem başarılı olması yetmiyor, burslar ve yurtta kalma imkânları sadece örgütün devşirilen öğrencilerine sağlanıyordu. Burslu okuttukları öğrencileri ise eğitimleri bittiğinde minnet duygusunu kullanarak kendilerinin en sadık elemanları haline getirdiler. Aynı taktiği Afrika'da da kullanan FETÖ, "evliya" olduğuna inandırıldıkları Fetullah Gülen ile müritlerinin Afrika'daki din kardeşlerimize yardım ettiğini sanan masum Türk vatandaşları sayesinde ahtapot gibi kollarını kıtanın her yerine sardı.
FETÖ mensuplarının oynadığı bu kirli oyunu uzun süre fark edemememizin sebeplerinden biri de yasadışı faaliyetlerini finanse etmek için, özveriye dayalı öğretmenlik mesleğini ticari bir teşebbüse dönüştürmüş olmalarıydı. Örgütün Türkiye'deki elemanlarının cüzi bir maaş karşılığında öğretmenlik yapması istenirken, örgüt, sızdığı ülkelerdeki ailelerden çocuklarını birer FETÖ üyesine dönüştürmek için fahiş ücretler talep etti. Bütün bunlar olurken uzaktan görünen ise; "yurt dışında dine hizmet etmek adına kendinden fedakârlık yaparak çalışan kanaatkâr ve fedakâr öğretmenlerdi." Bu elbette büyük bir yalan ve yanılsamaydı.
ÖRGÜT ÜYELERİNİ ÇOCUKKEN SEÇİYORLAR
FETÖ, insanların beynini yıkamaya çok erken yaşlardan itibaren başladı. Okul öncesi eğitim günümüzde temel bir ihtiyaç olarak görüldüğünden, bu alan zamanla örgütün en fazla yatırım yaptığı sahalardan biri haline geldi. Çocuklar küçük yaşta sempatizan olunca, onları en müsait oldukları dönemde birer fanatiğe dönüştürmek tabii olarak kolaylaştı. Devşirilen elemanlar FETÖ'cü abilerin yahut imamların uygun gördüğü şekilde örgüte hizmet etmeye yönlendirildi. İşte 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminde Kuleli Askeri Lisesi'nden hareket eden ve kendi halkına kurşun sıkan askerler de tam olarak böyle yetiştirilmişti.
Sinsi, sessiz ve disiplinli yapısıyla kötü bir şöhrete sahip olan örgütün devletlere sızan elemanları terör hücreleri olarak örgütleniyor ve harekete geçmeleri emredilene kadar yıllarca kendilerini gizleyebiliyorlardı. Yeniden bir darbe yapmak için hâlâ sessizce doğru zamanı bekleyen çok sayıda uyuyan hücre olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. Kimin gerçekten FETÖ'cü olduğunu anlamak bu yüzden çok zor. An itibariyle FETÖ'cüler, yürütülen soruşturmaları da çıkmaza sokmak ve yargı süreçlerinin meşruiyetini gölgelemek için ellerinden geleni yapıyor ve masum insanlarla ilgili asılsız ithamlarda bulunuyor.
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti en büyük zorluğu, adil ve tarafsız soruşturmalar yürütme konusunda yaşıyor. Özellikle de FETÖ'nün sürekli gölge düşürmeye çalıştığı kamu kurumlarına dair soruşturmalarda... Devlet içindeki FETÖ militanlarını tespit etmeye çalışmaksa maalesef, samanlıkta iğne aramaya benziyor.
İNCELENMESİ GEREKEEN YIĞINLA VERİ
Hal böyleyken Türk makamları hukuk sınırı içinde kalarak FETÖ'yü etkili biçimde nasıl tasfiye edebilir?
Bu soruya verilecek çeşitli cevaplar ve alınması gereken çeşitli tedbirler var.
FETÖ'nün yaygın biçimde kullandığı şifreli haberleşme uygulaması ByLock bu noktada öne çıkıyor. Bu uygulamayı kullanan yaklaşık 230 bin kişiden 165 bininin kimliği tespit edildi. Ayrıca 50 bin kişinin de uygulamayı telefonlarına indirdiği halde hiç kullanmadığı düşünülüyor. Türk güvenlik güçleri halen, Türkiye'de ve yurtdışında çok sayıda kişi tarafından kullanılan uygulama vasıtasıyla toplanan büyük miktardaki veriyi inceliyor. FETÖ'nün Aralık 2013'te hükümete karşı bir yargı darbesi girişiminde bulunmasından bu yana son üç yılda, Türkiye'nin birinci önceliği FETÖ'nün ne yapmak istediğini belirleyip bunları engellemek oldu. Ama bu mücadele pek çok çevre tarafından yeterince anlaşılıp benimsenemedi. Erdoğan'ın FETÖ ile mücadele işini abarttığını düşündüler. "Yok canım, terör örgütü de denmez" , "Her şeyin arkasında da paralel var" gibi söylemler çıktı. FETÖ, Erdoğan'ın bu örgütle mücadelesini kendi şahsi bir meselesi imiş gibi göstermekte oldukça başarılı oldu. Maalesef bu algının peşine takılanlar ve sosyal medyada "Otobüsü kaçırdım. Sebebi FETÖ olmalı." şeklinde şaka konusu yapıp örgüte bilinçsizce destek verenler de oldu. Ta ki 15 Temmuz'a kadar.
Geçen yılın 15 Temmuz'unda tehdidin boyutunu hepimiz gördük. Keşke FETÖ'nün, ülkenin esenliğine ve selametine yönelik en büyük tehdit olduğuna ülke olarak inanmamız için, Türk demokrasisi tehlikeye düşmeseydi. FETÖ'nün o gece işlediği suçlar, Türkiye halkının toplu bilinci açısından bir uyarı işareti oldu.
FETULLAHÇILAR DEVLETİN NASIL İŞLEDİĞİNİ HERKESTEN İYİ BİLİYOR
On yıllar boyunca birçok devlet kurumunda en üst makamlara kadar yükselen FETÖ mensupları, muhtemelen, Türk devletinin iç işleyiş mekanizmaları hakkında kendilerini yakalamak için gece gündüz çalışan kişilerden çok daha fazla bilgi sahibi oldu. 1970'lerden itibaren devlet kurumlarına sızan FETÖ, son 30 yılda demokratikleşme reformları hayata geçirilirken devlette yuvalanmıştı. Hem devletin nasıl işlediğini gayet iyi biliyor hem de aynı zamanda, sistemin çoğu kişinin göremediği zayıf noktalarını tespit etmiş ve bunları suiistimal etmek için uygun zamanı kollamıştı. Ayrıca polisin FETÖ'cü köstebekleri deşifre etmek için hangi yöntemleri kullandığını, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT), örgütün faaliyetlerini engellemek için neler yapacağını da biliyorlardı. Kimliklerinin tespit edilmemesi için özel önlemler aldılar. ByLock da bu önlemlerden sadece biriydi.
ByLock, uygulamayı ve uygulamanın amacını bilmeyenlerin bulup yüklemesi imkânsız olan bir program. Sadece iki ay boyunca satışta kalan uygulama daha sonra, ancak telefondan telefona aktarılarak yüklenebildi. Birinin bunu yanlışlıkla yükleyip yıllar boyunca kullanması ihtimal dışı. Ayrıca ByLock cep telefonunuzla kolayca eşleştirebileceğiniz ve rehberinizdeki kişilerle çabucak haberleşebileceğiniz bir mesajlaşma programı değil. Uygulamanın ileri teknolojik özellikleri, kullanıcıların kimin kiminle haberleşeceğine karar veren bir FETÖ üyesinin verdiği özel şifreleri girmesini gerektiriyor. ByLock yaklaşık 200 bin kişiye yerine getirmeleri gereken emirlerin iletildiği, oldukça hiyerarşik yapıya sahip bir sosyal uygulama. Kullanıcıların aileleri ile arkadaşlarını ve 15 Temmuz sonrasında başta Batı ülkeleri olmak üzere yurtdışına kaçan birçok kişiyi de hesaba katınca, insan FETÖ'nün yarattığı tehdit hakkında daha iyi fikir sahibi oluyor.
Birkaç yıl boyunca bu uygulamayı kullanan örgüt, MİT'in durumu öğrenmesiyle birlikte başka bir uygulama kullanmaya başlamış.
Türkiye Cumhuriyeti halen bir yandan bütün FETÖ'cüleri ortaya çıkarmak için kapsamlı bir yargı süreci işletirken diğer yandan da 15 Temmuz'da 246 kişiyi acımasızca öldüren üst düzey FETÖ'cülerin ebeveynleri, çocukları yahut eşleri olup olmadığına bakılmaksızın masumlarla suçluları ayırmak zorunda. Bu ise hukuken çok çetin ve zor bir süreç.
15 Temmuz gecesi sokaklara çıkıp silahsız vatandaşlara ateş etmek yerine kışlalarında olması gereken darbeciler kolayca tespit edilebiliyor. Ama perde arkasında kalıp olayları yöneten kişiler nasıl belirlenebilir? Yahut kendini gizleyerek fırsat çıktığında saldırıya geçmek için bekleyenler? FETÖ'cü olmakla suçlanan devlet memurları farklı bir yargı sürecine tâbi tutuluyor ve örgüt içindeki konumlarına bakılarak değerlendiriliyor. ByLock bu sürecin sadece bir parçası. Diğer kriterler arasında, bilhassa Aralık 2013'ten sonra FETÖ'ye yakın kuruluşlar adına parasal işlemler, finansman faaliyetleri ve bağışlara karışıp karışmadıkları da var. Yasadışı telefon dinlemeleri ve sızdırılan gizli resmî belgeler, polis ve yargı içinde yuvalanan ve görevini kötüye kullanan FETÖ'cüler hakkında önemli kanıtlar sunuyor.
Ayrıca bir de, üniversite veya kamu kurumlarına giriş sınavlarında görev alan memurlar var. Bunların sınav soruları ile cevaplarını hem FETÖ mensuplarına hem de kendi eşleri ve arkadaşlarına verdiği belirlendi. Şaşırtıcı sayıda adayın bu sınavlardaki bütün soruları doğru cevaplaması, yetkililerin yıllardır çözmeye çalıştığı bir gizemdi. Şimdi anlaşılıyor ki, milyonlarca sıradan öğrenci ve mezun kamu kurumlarına, askeri okullara ve polis akademilerine girebilmek için dirsek çürütürken, FETÖ'cüler cevapları önceden alıyormuş.
Bütün bu bağlantılar takip edilerek, FETÖ'nün tipik sızma operasyonları aydınlatılabiliyor. Soru ve cevapları elde ederek giriş sınavlarında yüksek puanlar alan bir FETÖ elemanı polis yahut yargı mensubu oluyor, ardından aldığı emirle şantaj için yasadışı telefon dinlemeleri yapıyor yahut devlete ait gizli bilgileri istenilen yerlere sızdırıyordu.
Pennsylvania'daki efendisine gazeteci, işadamı veya sosyal medya anarşisti olarak uluorta hizmet eden FETÖ'cünün tespiti kolay. Devlet içinde ve diğer kurumlarda gizlenmiş örgüt üyelerini belirlemek içinse yavaş ama kararlı bir çalışma yürütülüyor. Türk devletinin FETÖ'den arındırılması 2013'te başladı ve 15 Temmuz'dan sonra hızlandı. Fakat temizlik işleminin tamamlanması birkaç yıl daha alabilir. FETÖ'cüler demagoji, propaganda ve yalan üzerine kurulu bir strateji uygularken, Türk devleti masum vatandaşlara zarar vermemek için yavaş ve dikkatli bir hukuk süreci izlemeli. Uluslararası toplum maalesef Türkiye'nin demokrasi mücadelesine saygı duymuyor ve istihbarat paylaşımı yaparak yahut darbecileri iade ederek işbirliği yapmaya yanaşmıyor. Türkiye tek başına bile olsa mücadeleyi sürdürürken, bütün ülkeleri de FETÖ'nün yarattığı büyük tehdit konusunda uyarmaya devam etmesi gerek. Zor bir iş.