Geçen hafta yurdumuz sınırları içinde hala devam eden başörtülü kadın algısından bahsetmiştim. Aynı hafta içinde kilisede resimlendi diye Hilal Kaplan hakkında yazılanları görünce pek isabetli bir konuya değinmişim dedim. Bu yazımda ise güvenlik paranoyaları etrafında gelişen Batıdaki başörtüsü algısını yazacağım. Bir tek başörtüsü değil, uzun saçlı/sakallı olmak, sarık, cübbe, doğulu veya doğulu görüntüsünde olmak güvenlik ağlarına takılmanız için yeter de artar bile. Avrupa'dan, Amerika'dan bir şekilde yolu geçmiş, bir müddet yaşamış olan pek çok Müslümanın bir yerinden ırkçılığa bağlanan bir anısı muhakkak vardır. Lakin bütün bu 'diğerlerine' paket halinde uygulanan ayrımcılıkların içinde Müslüman ve başörtülü kadınlara özel bir ihtimam gösterilir. Güvenlik kontrolü söz konusu olduğunda konu, ortalık yerde başörtüsünün çıkarılmasına gelip kilitlenir. Diyalog, İngilizce, Türkçe, Fransızca, tüm dillerde genellikle şöyle cereyan eder:
-Başörtünüzün içini kontrol etmemiz gerekiyor.
-Tabii, elbette, nasıl edeceksiniz?
-Başınızı açmanız lazım.
-Ona da tamam, nerede açayım?
-Burada. (Kontrol noktasında, arkada sinirle bekleşen bir sürü insan varken)
-Kadın güvenlik görevlisinin kontrol edeceği ayrı bir odada açsam?
-Böyle bir odamız yok.
-Benim inancım burada başımı açmama müsaade etmiyor…
Oxford'da okuyan bir arkadaşım kampüse konuşma yapmaya gelen İsrail Büyükelçisi'ni dinlemeye gittiğinde karşılaşıyor bu diyalogla. Neyse diyor, ne işim var burada… Bir konferanssa gittiğiniz, elbette kapıdan dönüp köşedeki kafede bir kahve içmek daha cazip bile görülebilir. Lakin durum her zaman böyle olmuyor. Bu diyalog, ucu ucuna yetiştiğiniz bir uçak kapısında gerçekleşebilir yahut onca yolu tepip geldiğiniz bir ülkeye girmek üzereyken. Ne gâm.
11 Eylül sonrası oluşan bu gergin havayı Avrupa ve özellikle Amerika havaalanlarında hissetmeyenimiz var mı? Başörtülü biri olarak kontrol noktasına yaklaşmak, yasak döneminin İstanbul Üniversitesi kapısına yaklaşmak gibi bir gerginlik hissi veriyor. Hep aynı hikâye, başörtüsünün içine top-tüfek-bomba saklamış olabiliriz ve içini kontrol etmek isteyebilirler. O zaman; 'ayrı bir kapalı mekân' ve 'kadın görevli' istersiniz, oldu-olmadı derken ortam gerginleşirse, görevlinin sizi alıkoyabileceğini, saatlerce bir odada bekletebileceğini, saçma sapan sorular sorabileceğini, ülkeye giremediğiniz gibi Türkiye'nin herhangi bir yerine giden ilk uçağa bindirilip geri gönderilebileceğinizi de bilirsiniz.
Londra'da başörtülü olmak
Örnekler öyle çok ki, say say bitmez. Konuyu daraltmak adına Türkiye'de başörtüsü yasakları halen devam ederken Erasmus öğrencisi olarak bulunduğum Londra hakkında bir şeyler söyleyeyim. Londra'da benim için en büyük rahatlık, üniversite kapısından girerken kılık değiştirmeden ve güvenlikle bir çatışmaya girmeyeceğimi bilerek okula girebilmekti. Sınıfta ötekileştirilmemek ve kendinizi her an açılabilecek bir türban tartışmasının içinde bulmayacağınızı bilmek çok hoş bir şeydi.
Londra'ya ayak bastığımın beşinci günü yolda yürürken yanımda bir araba durdu ve yol sordu: "Morden Devlet Hastanesi?" Bu yol sorma hikâyesinden sonra fark ettim ki kimse burada bana yabancı muamelesi yapmıyor. İngilizcemin farklı olması da hiçbir yabancılık durumuna alamet değil, çünkü yıllardır orada yaşayıp İngilizce konuşamayanlar var.
Her neyse, işte böylece başörtülü okula girebildiğiniz, kimsenin sizi yabancılamadığı Londra'da hemen kalabalığa karışabilir ve bir "tube map" alarak 'hem yabancı hem London Citizen' olarak gezmeye başlarsınız. Lakin dediğim gibi bu ilk intiba. Yaşadıkça, gördükçe aslında bir haftalığına bir Avrupa şehrine gezmeye gitmenin farklı bir şey olduğunu ve o ilk intibada sizi içinize çekip 'Londoner' yapan şehrin başka yüzlerinin de var olduğunu görürsünüz.
Bir gün St. James's Park'ta bir arkadaşımla konuşurken yaşlı bir teyzeden şöyle bir ihtar aldık: 'Sizi bu şehirde istemiyoruz'. Bu iki gencin en büyük suçu, bilmediği bir dilde vır vır vır konuşarak teyzenin başını şişirmiş olmalarıydı. Yaşlı ve modern teyzeler dünyanın her yerinde mi böyle diye içimden geçirmedim değil. Bu meseleden sonra hikâyemi arkadaşlarımla paylaştıkça benzer sayısız hikâye dinledim.
Londra'da daha ziyade yaşlı nüfusun göçmenlerden rahatsız olduğunu öğrendim, tabii, özellikle yaşlıların istememesine de çok şaşırmadım… Ne de olsa "İstanbul'u istila eden Kürtler" ve "bir zamanlar Beyoğlu'na kravatla çıkılırdı" söylemleri de İstanbul'un nezih ve kadim sakinlerine ait…
Londra'da ilk kez bir İngiliz bankasından girdiğimde veznede oturan siyah başörtülü kadını ben bile yadırgamıştım. Algılarımız Türkiye'de hep o bankonun arkasında standart tipleme görmeye kilitlenmiş. Lakin bir yandan da doğma büyüme Londralı ve başörtülü bir yazar olan Shelina Zahra Janmohammed, 'Başörtüsü İçinde Aşk' kitabında 11 Eylül sonrasında soğuk bir Londra sabahı ofise her günkü yıllanmış siyah paltosu ile gittiğinde tepki aldığını anlatır. Hoşgörünün ve bir arada yaşama kültürünün sınırları açısından Janmohammed'in kitabı çok etkileyici bir örnektir.
Refah çalan göçmenler
Avrupa'nın büyük şehirlerinin o ilk görüntüdeki 'hoş, kabullenen' havasının arkasında pekâlâ 'sizi istemiyoruz' şeklinde değer yargıları da barınabiliyor. İsterseniz o ülkenin vatandaşı olun fark etmez, liberal değerlerin yerini salt 'dini-rengi farklı olmaktan doğan başka saplantılar' kolayca alabiliyor.
Bilirsiniz vize başvuruları ayrı bir âlem, konuya girdik mi çıkamayız, düşünün bir de Amerika'ya vize başvurusunda başörtülü kadınların kulaklarını gösteren resim çektirmeleri gerek. Göçmen bürosuna kayıt olma, havaalanı prosedürleri hep bir bütün olarak düşünülürse, o ülkeye her 'ne olarak' giderseniz gidin, üstelik yanınızda harcamak üzere bir servet bile götürseniz, aslında bazı durumların 'St. James's Park'taki teyze sendromunu' çabucak doğurabildiğini ve bir Avrupa ülkesine girmek için 'non-EU' sırasında bekleyenlerin çabucak 'batılıların refahını çalmaya gelmiş göçmen' durumuna düşürülebileceğini görürsünüz.
Ne yapmalı?
Çok basit bir öneri; bu gibi durumlarda başörtüsü veya diğer tesettür kıyafetleri özel bir kontrolü gerektiriyor olabilir. En azından bu durumu suiistimal edenler için. İnsanca bir tarz-ı siyaset, başörtülü kadının mahremiyetini zedelemeden ayrı bir mekânda kadın görevli ile gereken kontrolü yapmaktır. Hatta havalimanları gibi bu tarz rutin kontrollerin yapıldığı yerlerde böyle bir odayı sürekli bulundurmak… Daha saygılı ve sakin davranmak… Ama yok, eğer buna gücü yetmiyorsa Türkiye'ye ve İslam dünyasına müteaddit insan hakları ve hak ihlalleri konusunda nutuk çekmemek…
meryemilayda@gmail.com
@miailayda