Çamlıca'ya yapılacak camiyi ne kadar büyük yapsak tartışmaları arasında aklıma gelen bir şey oldu. İstanbul'un şöyle büyük, kocaman, içinde yeme içme mekânları, özel odaları, ihtisas bölümleri, sergi salonları bulunan bir kütüphanesi yok. Yani bir British Library'si, bir New York Public Library'si, bir Bibliothéque nationale'i yok.
Merkezlerde büyük kütüphaneler var, buralarda güzel arşivler, geniş koleksiyonlar da var. Lakin hem fiziksel hem de dijital ortam genel olarak yetersiz. Kütüphanelerin çoğunda işleyiş etkin değil, bazen Osmanlıca bir dergiyi istemek, gelmesini beklemek ve fotokopisini alıp gitmek bir tam güne mal oluyor. Ayrıca merkezlerden uzaklaştıkça, hem araştırma yapmak, hem ders çalışmak ciddi bir zorluk oluşturuyor.
Geçen hafta Doğan Hızlan, Hürriyet'te; araştırma yapmak için gittiği bir kütüphanede ders çalışanlardan araştırmacılara yer kalmadığını yazdı. Galiba aynı dertten ben de muzdaribim. Hem işim gereği hem de tezimden sebep vaktimin çoğunu kütüphanelerde geçiriyorum. Bazen araştırma yapıyorum, bazen de bütün gün oturup sınav kâğıdı okuduğum oluyor. Yani Hızlan'ın yazısında eleştirdiği gibi, araştırma yapmadan yer işgal ettiğim de oluyor. Gerçekten de, bir ihtisas kütüphanesine kadı sicili okumaya gittiğinizde, ALES, TUS, KPSS gibi sınavlara hazırlananlardan ve araştırma yapmadan ders çalışanlardan hiç yer kalmadığını görmek oldukça sinir bozucu oluyor. Bu tarz sınavlara çalışanlar kütüphaneleri kullanmasınlar mı? Elbette kullansınlar, bu bitmez tükenmez çoktan seçmeli sınavlar silsilesi de, onlara çalışma zorunluluğu da hayatımızın bir gerçeği. Lakin çalışmak için bir kalem bir de kitabın yetebildiği bir okuyucu ile kadı sicilleri tarayan bir okuyucunun aynı odayı paylaşması biraz garip oluyor.
Bir kere sadece ders çalışmak için kütüphanelere gelenlerin aktif kütüphane alanını kullanmalarına gerek yok. Bu durumda yapılacak şey, kütüphaneleri birer kompleks gibi düşünüp, içinde internet imkanının da olduğu okuma salonları geliştirmektir. Ola ki bu tarz çalışma yapanların kütüphane gereksinimi için kütüphaneye erişimleri de sağlanmalıdır.
Altı yıllık tıp eğitimini tamamlamış TUS'a hazırlanan doktor adayları sosyal bilimler ihtisas kütüphanelerinin sadık okuyucuları. Sınava hazırlanabilmek için Küçükçekmece'den Altunizade'deki kütüphaneye gelenler olduğunu biliyorum. Eğer bu okuma salonları çeşitli merkezlerde geliştirilmiş olsa, herkes kendi semtindeki kütüphaneyi kullanır ve böylece merkez kütüphanelerdeki okuyucu yükü de azalmış olur. Bir doktorun kullanacağı kütüphane ile bir sosyal bilimcinin kullanacağı kütüphane içerik olarak da çok farklı. Günümüzde doktorlardan hem tam gün çalışması, hem de kendilerini yenilemeleri ve literatür takip etmeleri beklenmekte. Lakin her kütüphanede bir tıp literatürü oluşturmanın imkanı yok, çok da masraflı olur, öyleyse ne yapalım? Tıp fakültelerindeki kütüphanelere ek olarak, doktorların yoğun olarak kullanabileceği eğitim-araştırma hastanelerinde bu tarz imkanlar sunmak gerek. Böylece beş saat ameliyattan çıkan bir doktor, doktora tezi için kullanabileceği bir makaleyi, bir tıp yayınını, kendi hastanesi bünyesinde bulabilecektir. Hatta TUS'a hazırlanan doktor adaylarının da bu kütüphaneleri kullanması sağlanırsa çok önemli bir işleve sahip olur.
Bir de sayıca az çocuk kütüphaneleri var, genel kütüphanelerde ise çocuklar için ayrılmış bir yer bulunmuyor. Çocuk yayınların takip eden, çocuğunuzla beraber vakit geçirebileceğiniz bir kütüphane yok. Mesela master veya doktora tezi hazırlayan anneler kütüphanelere çocukları ile gelip, onlar kreşte oynarken mesailerini kütüphanede geçirme imkanı olsa, akademik çalışma yapan anneler ya çalışmaları ya çocukları arasında kalmazlar. Kadınlardan çok şey bekliyoruz, ama ne evde, ne işte ne de sosyal ortamlarda uygun koşullar sağlayamıyoruz. Genellikle bu durum annelerin evlat sahibi olduktan sonra master/doktora çalışmalarına veya işlerine ara vermelerine neden oluyor.
Bir de yukarıda değindiğim gibi merkezden uzaklaştıkça kitaba ve bilgime erişimde mahrumiyet doğması meraklı okuyucuların, potansiyel şair ve yazarların da mahrumiyeti demek oluyor. Mesela Başakşehir'de veya Kurtköy'de oturan bir kişi, çalışmalarını yürütmek için Beyazıt'a mı gidecek?
Bu konuda ne yapılabilir?
Türkiye'de kütüphane sayısının az olduğunu, bütçelerin yetersiz olduğunu Kültür Bakanlığı sitesinde açık açık beyan ediyor. Dolayısıyla şöyle az, böyle yetersiz kısmı malum. Üniversitelerin kendi öğrencilerine sağladıkları imkanlar dışında, bir semtin sakinleri için bence yerel yönetimlere de çok iş düşüyor. Hali hazırda semt konakları, bilgi evleri var, evet, ama yapısal olarak hem akademik değil hem de çok küçük hacimliler. Bir ilçede oturan insanların kitap okumak, ders çalışmak, ödev yapmak, kitap yazmak, bir sınava hazırlanmak ihtiyaçlarının da elzem ihtiyaçlar arasında olduğu kavranırsa bu konuda adımlar atılabilir. Nihayetinde bu bir bilinçlenme meselesidir. Nasıl ki son yıllarda engellilerle ilgili yapılan pek çok kampanya belediyeler eliyle pek çok rehabilitasyon merkezi getirdi, umulur ki, bir başka bilinç düzeyi de bizlere maliyeti pek de yüklü olmayan yazın serin, kışın sıcak, internetli, çay su, atıştırmalık mescit gibi temel ihtiyaçları da karşılayan kütüphaneler ve okuma salonları getirir. Bu tarz yapılar için çevre ilçelerde yer de bulunur, lakin merkezlerde zaten kütüphaneler var ve böylece merkezdeki kütüphanelerin yükü de hafiflemiş olur.
Allah vergisi ilgisizlik
Sürekli kitap okunma oranlarının düşüklüğünden, halkın cehaletinden, kitaba ilgisizlikten dem vurup duruyoruz. İki tane yurt dışı görüp, metroda bile gazete okuyanlardan bahsedenlerimiz sayıca üstün. (Genellikle o gazetelerin bedava dağıtıldığını hatırlatalım) Acaba kitaba ilgisi duymanın, merak ve sorgulama reflekslerinin veya kitap okuma alışkanlığının doğuştan getirdiğimiz şeyler değil de sonradan kazandığımız hasletler olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Allah vergisi kitap okuma ilgisi olmadığı gibi, Allah vergisi ilgisizlik de bulunmaz. Bunlar inşa edilebilir özelliklerdir. Önemli olan imkan sunmak. Söz konusu kitaplarsa, bu inşa süreci arz ve talep dengesi ile yürümüyor. Kütüphaneler ve kitaplar zaman içerisinde okuyucusunu buluyor.
Genel olarak belediyelerin seçim çalışmalarındaki vaatlerine baktım. Herkes durumdan bî haber olduğu için kütüphane vaadi diye bir şey yok. Yani içinde ebru ve bilgisayar dersi verilen kültür merkezi yapılınca, kültürle ilgili sorumluluğun bittiği düşünülmüş. Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezi, üçüncü köprü, Çamlıca'ya en büyük camii, Taksim'i delip geçen alt geçit derken, kütüphanelerin bütün bu saydığım yatırımlar arasında belki de en önemlisi olduğunu unutmamamız gerekir.
meryemilayda@gmail.com
@miailayda