Cemal Kaşıkçı cinayeti tüm dünyayı dehşete düşürdü, şoke etti. Dünyaca tanınan bir gazeteci, İstanbul'da kendi ülkesinin toprakları sayılan Suudi Arabistan Başkonsolosluğu binasına canlı girmiş, ama canlı çıkamamıştı. Konuyu kronolojik olarak bir bütün halinde okuyucuya sunmak niyetindeyim. Bunun bir kısmını ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın grup konuşmasında verdiği bilgiler eşliğinde yapmaya çalışacağım. Bunun için son beş güne odaklanmak gerekiyor.
Cemal Kaşıkçı 28 Eylül günü sabah saatlerinde İstanbul'a inmiş ve ülkeye giriş yapmıştı. Aynı günün sabahı nişanlısı Hatice Cengiz ile buluşup evlilik işlemleri için Fatih Belediyesi binasına girdiler. Burada evlilik için gerekli belgeler konusunda bilgi aldıktan sonra dışarı çıktılar. Çift binanın girişinde belgeler konusunda bir süre sohbet ettikten sonra, konsolosluğa gitmek üzere karar aldı. Kaşıkçı konsolosluğa gitme konusunda endişeliydi. Nişanlısına bu endişesini "Bir şey olur mu acaba?" diyerek aktardı. "Hem sen yanımdasın, hem de uçuşum var" diye ekledi. Sonra da "hemen girip çıkarım" diyerek Levent'teki konsolosluğa doğru yola çıkıldı. Binaya gelindiğinde Kaşıkçı iki Iphone telefonunu nişanlısına verdi. Başkonsolosluk yetkililerine –endişesi yüzünden bir önlem olmalı- haber vermeden aniden binaya girdi.
Kaşıkçı çıkışta mutluydu. Konsolosluk çalışanları kendisine iyi ve kibar davranmış, bekar olduğuna dair belgenin hazırlanıp kendisine verileceği söylenmişti. Kaşıkçı da bir yurtdışı gezisi olduğunu, dönüşte evrakı almak üzere konsolosluğa geleceğini ifade etti. Konsolosluk çalışanları da bu cevaptan memnun olmuşlardı.
Kaşıkçı 28 Eylül Cuma günü gecesi Londra'ya uçtu. "Oslo Anlaşması'nın 25. Yılı: Tutulmayan Sözlerin Mirası" başlıklı konferansta Suudi Arabistan'ın Filistin sorununa yaklaşımını eleştirdi. Bu toplantıda eski bakanlar, milletvekilleri ve büyükelçiler de bulunuyordu. Kaşıkçı, 2 Ekim günü 04.06'da İstanbul'da pasaport kontrolünde görüntülendi.
Aynı gün, infaz timinin başı olduğu değerlendirilen istihbarat Albayı Maher Abdulaziz Mutreb beraberindeki ekiple birlikte Riyad'dan İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. Mutreb de saat 03.37'de İstanbul'da pasaport kontrolünde görüntülendi. Mutreb'in konsolosluk binasına sabah saat 09.55'te girdiğine dair de görüntüler mevcut.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Ekim günü yaptığı grup konuşmasında bu süreci ayrıntısıyla anlattıktan sonra "Cinayetin planlı olduğu aşikar" demekteydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "28 Eylül'de Kaşıkçı'nın konsolosluğa ilk gelişinden sonra yaşanan trafikten cinayetin planlanmakta olduğu net biçimde ortaya çıkmaktadır" sözü önemli. "Konsolosluk görevlerinden bazılarının aceleyle ülkelerine gitmeleri, hazırlık çalışmalarının orada yapıldığına işaret ediyor" diyordu Erdoğan. Öte yandan başkonsolosluktan bir ekip de 1 Ekim, yani cinayetten bir gün önce Yalova ve Belgrad Ormanları'nda keşif çalışması yapıyordu.
2 Ekim günü ise toplamda 15 kişi olan bu ekipler sabah saat 09.50 ile 11.00'a kadar olan sürede konsolosluğa intikal ediyorlar. Önce başkonsolosluğun kamera sistemindeki hard disk sökülüyordu. Cemal Kaşıkçı ise 11.50'de aranarak o günkü randevusu teyit ediliyordu. Kaşıkçı'nın aynı günün erken saatlerinde Londra'dan İstanbul'a döndüğünü ifade etmiştik. Telefonda randevuyu teyit ettikten sonra, 28 Eylül'deki ilk ziyarette kendisine iyi davranılmış olduğu için bir nebze rahatlayan Kaşıkçı konsolosluğa yaya olarak geliyor ve 13.08'de binaya giriş yapıyor. Tabii bu arada Kaşıkçı'nın nişanlısı kapıda kendisini beklemektedir.
Cemal Kaşıkçı konsolosluktan çıkmayınca endişelenen nişanlısı saat 17.50'de emniyeti bu konuda bilgilendiriyor. Bilgilendirmesi, Kaşıkçı'nın zorla alıkonduğu veya başına kötü bir şey gelmiş olabileceği şeklinde. Emniyet ise gecikmeden araştırmasına başlıyor ve güvenlik kameralarının incelenmesiyle Kaşıkçı'nın konsolosluk binasından çıkmadığı tespit ediliyor. Ancak Viyana Sözleşmesi gereğince ilk anlarda konsolosluk binası veya şüpheli kişiler nezdinde bir işlem yapılamıyor ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konunun da tartışmaya açılması gerektiğini ifade etti.
Aralarında adli tıp uzmanlarının da olduğu grup cinayet günü saat 17.00 civarlarında iki grup olarak özel uçakla ülkeyi terk ediyorlar. Kaşıkçı'ya benzeyen ve onun konsolosluktan çıktığı izlenimi yaratması için ortalıkta dolaştırılan şahıs da tarifeli uçakla ertesi gün Riyad'a dönüyor. Bu arada konsolosluk çalışanlarının bir kısmı denetleme bahanesi ile bir odada toplanırken, ikamette görevli olanlar da izne gönderiliyor.
Suudi Arabistan yönetiminin 4 Ekim'de yaptığı ilk açıklama cinayet iddialarını reddetmek oluyor. Başkonsolos ise 6 Ekim'de Reuters muhabirini konsolosluğa davet ederek basına yansıyan o gayrı ciddi görüntüleri veriyor. Bu arada savcılık, emniyet ve istihbarat birimleri soruşturmayı derinleştiriyorlar. Mesela cinayetin bir gün sonrasında konsolosluk binasının bahçesinde bir varil içinde bazı belgelerin yakıldığı görüntülerine ulaşılıyor. Basının konunun üzerine ısrarla gitmesi ve Türk makamlarının ciddiyeti üzerine Suudi yetkililer binanın aranması iznini veriyorlar. Bu arada bu iznin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suudi Arabistan Kralı ile 14 Kasım'da yaptığı telefon görüşmesinden sonra verildiğini de ekleyelim.
En nihayetinde 19 Ekim günü Suudi yetkililer Cemal Kaşıkçı'nın öldürüldüğünü kabul ediyorlar. Bu açıklamada Kaşıkçı'nın konsoloslukta çıkan bir arbedede öldüğü ifade ediliyordu. Erdoğan aynı günün akşamı Kral ile bir görüşme daha yapıyor ve İstanbul'a gelen 15 kişi ile konsoloslukta görevli üç kişinin tutuklandığını bizzat öğreniyor. Erdoğan ABD Başkanı Trump ile de 21 Ekim'de bir görüşme yapıyor ve olayın tüm yönleriyle aydınlatılması konusunda mutabık kalınıyor.
Erdoğan'ın da dediği gibi, bu cinayet o ülkenin toprakları sayılan bir konsolosluk binasında işlense de, olay İstanbul'da işlenmiştir ve Türk hükümetine bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye uluslararası toplum adına menfur bir cinayeti aydınlatma ve tabii ki Türkiye'ye haksızca bir suçlama olmaması için gayret gösterme sorumluluğunu yüklenmiştir.
Kesin olan bir şeyi Erdoğan bir kez daha ifade etmiştir. Cemal Kaşıkçı vahşi bir cinayete kurban gitmiştir. Bedenine henüz ulaşılamamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan "Suudi Arabistan yönetimi cinayeti kabul ederek önemli bir adım atmıştır. Bundan sonraki mesele meselenin tüm yönleriyle aydınlığa kavuşturulmasıdır. Cinayetin anlık bir öfkeden kaynaklanmadığı, planlı bir şekilde işlendiğine dair elimizde ciddi emareler bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında şu sorular hepimizin kafasını kurcalıyor" diyerek bir takım soruları cevaplanmak üzere dünya kamuoyunun ilgisine sunmuştur.
1. Olayla ilgili 15 kişi neden cinayet günü İstanbul'da toplanmıştır?
2. Bu kişiler kimden emir alarak İstanbul'a gelmiştir?
3. Başkonsolosluk binası niçin hemen olay sonrasında değil de günler sonra incelemeye açılmıştır?
4. Cinayet işlendiği ortada iken, birçok tutarsız açıklama niçin yapılmıştır?
5. Öldürüldüğü resmen kabul edilen kişinin cesedi niçin ortada yoktur? Suudi Arabistan'ın yetkili kişisinin söylediği cesedin yerli işbirlikçiye verildiği ifadesi şayet doğruysa, bu yerli işbirlikçi kimdir?
Erdoğan bu soruları sorduktan sonra "Hiç kimse bu soruların cevap bulmadan meselenin üzerinin kapatılacağını düşünmesin. Böyle bir cinayeti birkaç istihbarat elemanına yükleyerek kapatmak hiçbir vicdanı tatmin etmez. Vicdanımız, emri verenden uygulayana kadar herkes cezasını aldığında tatmin olacaktır" diyerek son noktayı Türkiye'nin kararlılığını teyit ederek koyuyordu.
Türkiye bu çok üzücü olayın ilk anından itibaren tüm birimleri ile tarafsız ve ciddi bir biçimde olayın takipçisi oldu. Grup konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan gelinen son aşamayı en üst derecede dünya kamuoyuna açıkladı. Bunu yaparken de somut bilgilerden, kanıtlardan yola çıktı ve siyasi bir yaklaşımda bulunmadı. Çünkü Türkiye'nin niyeti gerçekten de topraklarında işlenen bu kadar vahşi bir cinayetin demokratik bir hukuk devleti normlarında aydınlatmak, öncelikle adaleti tesis etmektir. Türkiye tabii ki bu cinayetle haksız yere ilişkilendirmemeyi de önemsemektedir. Bu yönde girişimler vardır ve Türkiye bu konuda son derece hassastır. Bu hassasiyet de anlaşılmalıdır.
Umarız ki, bu vahim hadise bir ders olur ve dünyada bir daha böyle bir cinayet işlenmez. Devletler asla böyle cinayetlere karışmamalı, masum insanların hayat hakkını korumalıdırlar. Suudi Arabistan'ın bu işin tarafsızca üzerine gitmesi sadece bu ülkenin itibarını koruyacak, bu zor süreçten ancak bu tavırla çıkılabilecektir. Bu noktada sadece Suudi Arabistan'ın değil, elinde belge bilgi olan tüm devletlerin de Türkiye'ye yardımcı olması gerekir.