Türkiye MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 17 Nisan Salı günü grup konuşmasında "Hükümet sistemini 16 Nisan 2017'de değiştirdik. Artık uygulamaya geçmeliyiz. Türkiye 3 Kasım 2019'a kadar bu gerginliği kaldıramaz. Seçimleri öne alalım ve 26 Ağustos'ta yapalım" demesiyle baş döndürücü bir sürece girdi. Kısaca hatırlatmak gerekirse, ertesi gün AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, aslında önceden kararlaştırılmış uyum yasaları ile ilgili görüşmesini bu gelişmeye ayırdı. Ve bu bir buçuk saatlik görüşmeden 24 Haziran 2018'de erken seçim yapılması kararı çıktı.
Türkiye AK Parti iktidarı ile geçirdiği yaklaşık 15 senelik süre zarfında birçok tarihi gelişme yaşadı. Akla hemen çok zorlu geçen 2007 yılı gelecektir. Bu tarih, bugünkü gelişmelerin zeminini oluşturması açısından çok önemli.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in süresi 2007 yılı yaz aylarında doluyordu. AK Parti'nin Meclis'te Cumhurbaşkanı'nı 3. Turda seçmek üzere çoğunluğu bulunuyordu. Cumhurbaşkanı'nı ilk turda seçmek için 550 milletvekilinin üçte ikisinin, yani 376 milletvekilinin oyu gerekliydi. AK Parti bu sayıya sahip değildi. Ancak 3. turda koltuk sayısı seçim için yeterliydi.
Ancak dönemin Anayasa Mahkemesi, bir hukuk cinayeti olarak, Ak Parti'nin adayının seçilmesini engellemek için tüm turlarda Meclis'te en az 367 vekilin hazır bulunması gerektiği gibi bir karar verdi. Bu durum anayasaya aykırıydı. Ancak, o dönem öyle bir hava oluşturuldu ki, adeta yargı ve askeri bürokrasi ile bir darbe yapılmak istendi. TSK 27 Nisan geceyarısı bir muhtıra verdi. Asker "laik düzene bağlılığını bildiriyor, Ak Parti'li bir adayın Cumhurbaşkanı seçilmesi, eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı olmasına kayıtsız kalınmayacağı" ima ediliyordu. Bu üstü örtülü bile olmayan bir darbe tehdidiydi. Bu arada İstanbul ve İzmir gibi kentlerde "Ordu göreve" pankartlarının da açıldığı dev mitingler tertipleniyordu.
Önce muhtıraya Türkiye'nin tarihinde görülmemiş bir sertlikte cevap verildi. İlk defa siyasi bir irade askerin darbe tehdidi karşısında geri adım atmamış ve resti görmüştü. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan ve partisi erken seçim kararı aldı. 22 Temmuz 2007'de yapılan seçimlerde Ak Parti sandıklardan yüzde 47 gibi çok yüksek bir oyla çıkmıştı. Yüzde 34^'ten oylarını yüzde 47'ye çıkartan AK Parti'ye demokratik halk kesimleri adeta kol kanat germiş, bu durum vesayet odaklarını geriletmişti.
Seçimlerin böyle sonuçlanmasından sonra iki önemli gelişme oldu. İlki, MHP'nin Meclis'e girmesi ile Bahçeli milletvekilleri ile Genel Kurul'daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmış, kendi adayına oy vermesine rağmen Anayasa Mahkemesi'nin "367 kararı" engeli aşılmıştı. Başbakan Erdoğan Ak Parti'nin adayı olarak "Kardeşim Gül adayımızdır" demiş, ve Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin açtığı yara orada duruyordu. Bu karar ile cumhurbaşkanı seçmek imkansız hale geliyor, vesayet demokratik sisteme büyük bir zarar vermiş bulunuyordu. Bunun aşılması için AK Parti, cumhurbaşkanını Meclis'in değil, doğrudan halkın seçmesine dönük bir anayasa reformunu gündeme getirdi. 21 Ekim 2007'de bu anayasa referandumu yapıldı ve yüzde 67.54 oy oranı ile kabul edildi.
Ancak daha önceki iki askeri darbeler sonrasında cuntalar tarafından yapılan iki anayasada (1961-1982) vesayetçiler Cumhurbaşkanlığı makamını parlamentoya karşı güçlendirmiş ve onu yargı denetiminden bağımsız kılmışlardı. Çünkü genellikle darbeden sonra darbeci general cumhurbaşkanı oluyor, hem kendisini korumuş oluyor, hem de serbest seçimlerden sonra oluşan Meclis üzerinde güçlü bir vesayet makamı olarak kalmak istiyordu. Zaten tam da bu yüzden Türkiye demokrasi tarihi boyunca Cumhurbaşkanlığı seçimleri hep krizlere, hatta darbelere neden oluyordu. Darbeciler bu makamı sivillere bırakmak istemiyor, Meclis'i de bu nedenle baskı altına alıyor, milletvekilleri tehdit ediliyor, oy günleri odalarına kilitleniyor, bunlar da olmazsa darbe yapılıyordu.
Ekim 2007 referandumu ile artık cumhurbaşkanını halk yüzde 50+1 ile seçecekti. Bu değişikliğin uygulaması ise bir sonraki seçimlerde, yani 10 Ağustos 2014'te gerçekleşecekti.
Ancak bu sefer de sistemde farklı bir anomali ortaya çıkıyordu. Halkın seçmesi ile meşruiyeti yükselen bu makam, geniş yetkileri ve denetimsiz oluşuyla güçler ayrılığı için bir problem teşkil ediyordu. 2007 sonrası Türkiye politik sistemine bakıldığında, ne parlamenter, ne de tam başkanlık sistemine benzeyen, hibrid, ama sorunlar içeren bir model ortaya çıkmıştı. 2007 değişikliği ile sistem daha çok başkanlık sistemini andırır olmuştu. Ama hala hükümet Meclis içinden çıkıyor, yürütme ise Başbakan ve Cumhurbaşkanı arasında paylaşılmış gözüküyordu. Yani sistem koalisyonlara gebe olmaya devam ederken, yürütmedeki çift başlılık sürekli kriz potansiyeli içermekteydi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın aynı partiden olduğu dönemde dahi birçok problem çıkmıştı. Partilerin farklı olması halinde de sistemin tıkanması kaçınılmaz görünüyordu.
Aslında Türkiye'nin siyasi evrimi, hükümet sistemi konusunda bir reformu gelip dayatmıştı. Herhangi bir hükümetin bu sistemle Türkiye gibi büyük bir ülkeyi yönetmesi mümkün değildi. Ak Parti de bu yönetimi başarabildiyse, krizleri Recep Tayyip Erdoğan'ın karizmatik liderliği ile aşabildiği için bu mümkün olmuştu. Buna rağmen ülke birçok kez büyük sıkıntılar geçirmiş, AK Parti kapatılmaktan son anda kurtulmuş, muhtıralar verilmiş, toplumsal kaynaşma hedeflenmiş, ülke ciddi maddi ve zaman kaybına uğramıştı.
Reformcu bir hükümetin önünde bu hükümet sistemini demokratikleştirmek en öncelikli hedef olmalıydı. Yapılması gereken ya tam parlamenter, ya da başkanlık sistemine geçmekti. 2007 referandumundan sonra hükümet sistemine bakıldığında, parlamenter sistemden uzaklaşıldığı, başkanlık sistemine daha yakın bir hale evrildiği kolaylıkla görülebilirdi. Esasen Türkiye'nin hızlı, etkin, istikrarlı bir yönetime kavuşması bölgesel risklerle birlikte düşünüldüğünde hayati olduğundan, bu iki nedenden ötürü, AK Parti reformunu başkanlık sisteminden yana halka götürmeye karar verdi.
Yani Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin de oylandığı 16 Nisan referandumuna gökten düşmüşçesine birden ulaşmadı. Hayatın ve siyasi gelişmelerin doğal akışı ülkeyi bu ayrıma getirmişti.
16 Nisan 2017'den önce, MHP lideri Devlet Bahçeli, tam da bu argümanları sıralayarak Türkiye'nin bu durumda devam edemeyeceğini, fiili durumun anayasaya yansıması gerektiğini söyleyerek Anayasa referandumunu gündeme getirdi. AK Parti ve MHP önce diğer tüm partilere ortak çalışma önerdi. Reddedilmesi üzerine de bu iki parti anayasa değişiklik taslağı üzerinde uzlaştı. 16 Nisan referandumunda da bu değişiklik yüzde 52 Evet oranı ile yasalaştı.
Tıpkı 2007 değişikliğinin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uygulanmış olması gibi, 16 Nisan 2017 değişikliği de 3 Kasım 2019 seçimlerinde uygulanacaktı. İşte bu seçimler de yazının girişinde ifade ettiğimiz gelişmelerle 24 Haziran 2018 tarihine geri çekildi.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, tüm süreçlerin halkın onayı ile gerçekleşmiş olmasıdır. Demokrasilerde en önemli kavram seçimler ve halk iradesidir. Türkiye hükümet sisteminde özünde de çok demokratik, vesayete ve demokrasi kayıplarına kapıları kapatan bir değişikliği, milletin iradesine başvurarak yapmıştır.
Muhalefet partileri OHAL'de seçim olamayacağına dair bir kampanya yapıyor, buna AB ve ABD de destek veriyor. Oysa Türkiye 15 Temmuz'da 250 vatandaşının öldürüldüğü, Meclis'in bombalandığı çok ağır bir darbe girişiminden geçtiği gibi, Suriye üzerinden DAEŞ, PKK/YPG'nin de sürekli terör tehdidi altındadır. Fransa tek terör saldırısı ile iki yıl OHAL ilan etmiş ve bu şartlarda seçim yapmıştır. OHAL, anayasal bir uygulamadır ve milletin gündelik hayatına hiçbir olumsuz etkisi yoktur. OHAL devlete sızmış FETÖ örgütü üyelerine ve terör örgütlerine karşı ilan edilmiştir.
24 Haziran'da da millet sandık başına gidecek ve sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, herkes bu sonuca saygılı olacaktır. Türkiye tüm tarihi/güncel sıkıntılarına rağmen dünyada en iyi işleyen seçim sistemine sahip ülkelerden birisidir.
Recep Tayyip Erdoğan fobisi ile her şeyi ters yüz etmenin anlamı yoktur. Zaten millet de bu algı operasyonlarına yüz vermemektedir.