Ankara'da Türkiye, Rusya ve İran arasında gerçekleşen Suriye zirvesi dünya tarafından da dikkatle izlendi. Bu zirvede öne çıkan üç vurgu vardı: İlki Suriye'nin toprak bütünlüğü üzerindeki görüş birliğiydi. İkincisi Suriye'de terör örgütleri arasında ayırım yapmadan tüm ayrılıkçı şiddet kaynaklarına karşı ortak tutum kararı oldu. Üçüncüsü ise, Suriye'deki masum sivillerin daha fazla zarar görmemesi adına alınacak inisiyatiflerdi. Burada, Astana ve Soçi süreçlerinin BM ile birlikte bir sonuca ulaşması gerektiğinin de altı çizildi.
Bir sonraki zirvenin İran'da yapılması kararlaştırıldı. Böylelikle, bu üç ülkenin geliştirdiği inisiyatifin sürekliliği ve kararlılığı da bir kez daha teyit edildi.
Türkiye'nin kuzey Suriye'de terör örgütlerine karşı başarılı operasyonları son dönemde dünya tarafından dikkatle izleniyor. Türkiye Suriye'deki içsavaşın başladığı 2011 yılından beri ülkenin sınır bütünlüğü konusunda istikrarlı bir çizgi izliyor. Suriye'den gelen mülteciler konusunda da, yalnız bırakılsa da yüzyılımızın yüz akı denebilecek insani bir performans ortaya koydu. Terör örgütlerinden temizlenen bölgelere Suriyeliler geri dönmeye başladı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarından sonra ise, Türkiye içinde terör saldırılarında çok dramatik azalışlar yaşandı. Türkiye aynı zamanda, talep eden tüm ülkelerle Yabancı Teröristler konusunda ciddi bir işbirliği yapıyor.
Suriye ile en uzun sınıra sahip ülke olan Türkiye, BM sözleşmelerinden doğan meşru müdafaa ve insani sorumluluk dolayısıyla adım atılması hakkını kullanıyor. Son zirvede Türkiye'nin bu pozisyonu da teyit edildi.
Rusya ve İran'ın da bölgedeki varlığı malum. Anlamlı bir sonuca ulaşmak için bu birlikteliğin ABD ve koalisyon ülkelerinin de katılımıyla BM üzerinden harekete geçirilmesi gerekiyor.
Burada, ABD ve koalisyon ülkelerinin hem PYD'ye bakış açıları, hem de Suriye'nin geleceği konusundaki öngörüleri arasındaki fark öne çıkıyor gibi. Esasen, Rusya ve İran'ın da PYD konusunda Türkiye ile aynı çizgide olduğunu söylemek zor. Ancak, Türkiye, Rusya ve İran'ın bu konuda aynı çizgide olmamalarına rağmen ilerleme konusunda alan açmayı başardıkları ortada. Suriye'nin bütünlüğü konusundaki uyum bu başarıyı destekliyor. Sanırım ABD ile aynı avantaja sahip olmamak sorunun odaklandığı nokta. Bu farklılık, PYD konusundaki görüş ayrılığı ile birleşince bugünkü durum ortaya çıkmış oluyor.
Tabii eğer ABD, Suriye'nin kuzeyinde bir PYD/PKK koridorunu devletleştirmek istiyorsa, Suriye'nin bütünlüğünden bahsetmek mümkün olmuyor. Yani iki unsur birbirine doğrudan bağlı.
Peki hangisi daha rasyonel bir tercih? NATO üyesi Türkiye karşısında yenilen bir terör örgütünü muhatap almak, onu meşrulaştırmak ve devletleştirerek Suriye'yi başka savaşların tetikleyicisi olacak şekilde üçe bölmek mi? Yoksa, eğer amaç barış ise, Başkan Putin'in söylediği gibi Suriyelilerin geleceğine birleşik Suriye çatısı altında kendilerinin karar vermesi mi?
Tabii rasyonellik sahadaki duruma göre değişen bir kavram. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarından evvel, kuzeyde PYD/PKK'nın devletleşmesi ve ülkenin üçe bölünmesi daha rasyonel gözükmüş olabilir. Ancak bu harekatlar sonucunda bu planın rasyonalitesi oldukça kan kaybetmişe benziyor. Türkiye güney sınırının hemen ötesinde bir terör koridoruna izin vermeyeceğini, bunun için her türlü riski göze alacağını deklare etmiş ve anlayış, destek beklemişti. Türkiye'nin bu hassasiyeti anlaşılmamış veya gereksiz bulunmuş olabilir. ABD, Britanya veya Fransa'nın hemen sınırında DEAŞ'ın devletleşmesi nasıl kabul edilemeyecekse, Türkiye için de aynı durum geçerli. PYD istendiği kadar makyajlanmaya, istendiği kadar PKK'dan ayrıştırılmaya çalışılsın, Türkiye bu konuda haklı endişelere sahiptir.
Bu üçlü zirve sonrasında yine "eksen kayması" konusu ısıtılıp gündeme getirildi. Oysa Türkiye NATO, AB, BM başta olmak üzere tüm yükümlülüklerini yerine getirmeye devam eden bir ülke. Zirveden hemen önceki hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan Varna'daki AB zirvesine katıldı. Aynı süreçte ABD Başkanı Trump ile defalarca telefonda görüştü. Yine Cumhurbaşkanı Macron ile görüşmeler yaptı. Türkiye, mülteciler ve yabancı teröristler konusunda talep edilenden çok daha fazlasını çok daha hızlı yaparak Avrupa kıtasını büyük bir bunalımdan korudu.
Türkiye canını çok acıtan çifte standartlara ve yalnız bırakılmasına karşın, yer aldığı birlik ve kuruluşlardaki sorumluluklarından kaçmadı, küsmedi veya herhangi bir suiistimale izin vermedi. Yani bir eksen kayması söz konusu olmadığı gibi, Ankara bu konuda oldukça net ve kararlı. Türkiye Batı dünyasının bir parçasıdır. Tabii ki Türkiye dünyanın her yerinde olmaya çalışmakta, kültürel ve ticari ilişkilerini geliştirmektedir. Suriye konusunda da buradaki önemli güçlerle barışın gelmesi için işbirliği yapmaktadır. Köprüleri atmak gibi bir duygusallık içinde değildir. Ancak kendisine dönük kabul edilemez tutumlar karşısında itirazlarını dillendirmekte, atılmasını gerekli gördüğü adımları da yine diplomasiye ağırlık vererek atmaktadır.
Şayet ABD, stratejik ortağı ve NATO üyesi Türkiye ile, Ankara'nın yıllardır talep ettiği uyumu yakalamış olsaydı, ABD Başkanı dört kez "Suriye'den çekileceğiz" dedikten sonra geri adım atmasını gerektirecek durumda kalmazdı. ABD Rakka operasyonunu PYD ile değil, Türkiye ile yapsaydı, ki bunu Erdoğan Washington'da masaya koymuştu, bugün farklı bir Suriye'den bahsedebilirdik. Bölge halklarına kan kusturan komünist bir terör örgütü ile ABD'yi çalıştıranların şimdi şapkayı ortaya koyarak bir özeleştiri yapması gerekmez mi?
Nitekim Türkiye Fırat Kalkanı'nda DEAŞ'a, Zeytin Dalı'nda YPG/PKK'ya karşı büyük bir askeri/insani başarı yakalayarak bu potansiyelde olduğunu ispatladı. ABD'nin YPG'yi desteklerken en büyük argümanı sahada DEAŞ'a karşı en mobilize silahlı "ortağın" YPG olmasıydı. Ama bunun doğru olmadığı ortaya kondu.
Üstelik artık ABD'li yetkililer de DEAŞ'la mücadelenin sona erdiğini ifade ediyorlar. Bu manada YPG'ye de ihtiyaç kalmamıştır. Ama Yabancı Terör unsurlarının kendi ülkelerinde eylem yapmaması konusunda Türkiye her zamanki gibi DEAŞ konusunda güvenilir partner olmaya devam edecektir. Peki YPG yönünden, Suriye'nin bölünmesi senaryosu dışında geriye hangi argüman kalmıştır?
Dolayısıyla, YPG konusundaki karar Suriye'nin bütünlüğü konusuna gelip dayanmıştır. Bütünlük konusunda görüş birliğine varıldığında, ABD ile Türkiye arasındaki sıkıntılar da bu açıdan çözülmüş olacaktır. Demek ki, aslında Suriye'deki sivillerin durumu ve barış hakkında konuşmuyormuşuz baştan beri.
Suriye'nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi ilkesi demokratik, ahlaki bir tutumdur. Suriye'deki Kürtlerin terör örgütüne teslim edilmemesi, PKK'lı olmayan geniş kesimlerin de evlerine geri dönmesi gerekir. Bunun tek yolu, Suriye'de anayasa reformunun ve siyasi geçiş süreçlerinin yaşanmasıdır. Bu süreçlerde Suriye halkı birleşik Suriye çatısı altında farklı tercihlerde anlaşabilir. Büyük ülkeler düşen, demokratik sürecin başlamasını sağlamak, Suriye'yi ayağa kaldırmak ve yeni bir başlangıç yapma fırsatını onlara sunmaktır. Yeni savaş ortamları hazırlamak değil.
Ben bu ortaklaşmanın hemen mümkün olduğunu düşünmüyorum. Belirli bir politik ve mali yatırım yapıldığı ortadadır. Kafalarda farklı türden bir Ortadoğu dizaynı olduğu da açıktır. Ancak yine de, bir süre içinde ahlaki olanın rasyonel olan olduğu keşfedilecektir. Filistin sorununun çözülmesi ve İsrail'in güvenliği meselelerinin de en sağlıklı çözümü, inorganik terör devletleri yaratmak değil, organik olanları iyileştirmek olduğu ortaya çıkacaktır.
Mesele bunun hangi sürede ve hangi bedeller ödenerek gerçekleşeceğidir.