Dünyaya ihtiyaç hissettiği doğruları etkili bir biçimde söyleyebilen kaç lider var günümüzde? Cevabın olumsuz olması sizlere de anlaşılmaz ve garip gelmiyor mu? Dünya hiç bu kadar bir kavram/kanaat/duygu karmaşası yaşamamıştı sanırım. Mesela çok çok genel olarak terörün kötü bir şey olduğu -çok şükür hala- kabul görse de, dünyada terörün ortak bir tanımı yok. Evet bir düzine terör tanımı var ve bunların bir kısmı da oldukça meşru kabul ediliyor. Eğer bir örgüt savaş veriyor ve bu savaş güçlü ülkelerin hedefleri ile örtüşüyorsa, burada sivillere karşı uygulanan katliamların temize çekildiğine veya görmezden gelindiğine şahit oluyoruz.
Aynı şekilde, ortak bir darbe tanımında da anlaşabilmiş değiliz. Seçilmiş bir yönetimin kendi halkı tarafından ve seçimlerle değil, dış politikada düşmanlık çektiği için dış destekli bir darbeyle yönetimden uzaklaştırması, bırakın eleştirilmeyi, olumlu bulunmakta. Bu darbe sırasında birkaç on bin darbe karşıtı sivilin darbeciler tarafından öldürülmesi demokrasi zayiatı olarak kabul görüyor. Ne de olsa yumurtaları kırmadan omlet yapılamaz değil mi?
Peki dünyada ortak bir soykırım hassasiyeti var mı? Ortak bir soykırım, katliam tanımı ve yaptırımı var mı? Evet BM bu konuda bir beyanname yayımlamıştı bir zamanlar. Kimsenin soykırımın ne olduğunu öğrenmeye ihtiyaç duyduğunu zannetmiyoruz. Hatta ikibinli yılların başında R2P (Responsibility to Protect) doktrinini kabul etmişti BM. Ancak bunlar uygulanıyor mu? Ruanda, Bosna, şimdilerde Suriye ve Arakan'da uygulanıyor mu? Hayır. BM Barış güçlerinin sorun yaşanan alandan geri çekildiğine dahi tanık olmuştuk.
Dünyada 60 milyon mülteci, 40 milyon modern köle var. İkisi de orta boy büyüklükte ülke nüfusu kadar. Ama onların ülkeleri ya artık yok, ya da çökmüş, şiddete teslim olmuş durumda.. Peki uygar dünya, darbelerin, iç savaşların altyapısına destek vermek ve terör örgütleri ile flört etmek dışında, bu talihsizler için ne yapıyor? Türkiye gibi bu yükü tek başına yüklenen, mazlumların sesi olmaya çalışan ülkelere nasıl davranıyorlar?
Dünyada bu kadar acı ve savaş riski varken, demokrasi iddiasındaki büyük, zengin ve güçlü devletlerin, onların liderlerinin ve sivil toplum örgütlerinin bu sessizliği nasıl bir semptomdur? Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Ülke çıkarları için hassas evrensel kavramlarla bu kadar oynayınca, demokrasi idealine bu kadar ihanet edince, ortaya böyle suni bir kavram karmaşasının çıkmasından doğal bir şey yok. Eğer bir ülkenin çıkarı için bir terör örgütü destekleniyor ve o terör örgütüne bir devlet tesis edilmek isteniyorsa, haliyle sürekli insan öldüren bu örgüte itibar taşımak gerekir. Bunun için de öncelikle terörün tanımını ya muğlaklaştırmak, ya da değiştirmek veya çoğaltmak durumundasınız. Aynı şey darbe yapan generaller için de geçerli, katliamcılar için de. Eğer darbe işinize yarıyorsa veya bu darbeyi siz yaptırıyorsanız, darbeye darbe demek mümkün olmaz. O zaman darbeye maruz kalan özneyi diktatörleştirmek ve itibarsızlaştırmak gerekir.
Şimdi buraya kadar iyi de, bir süre sonra yola çıktığınız yeri unutmanız, üzerinde durduğunuz zemini kırmanız mümkün. Değerlerle bu kadar rahatça oynamanın bedeli, o değerlere ihtiyacınız olduğunda onları yerinde bulamamak olabilir.
Nitekim öyle de oluyor. İlkelerden böyle taviz verince, durumdan güçlü çıkan ilkesiz davranmakta daha tecrübeli olan kesimler olur. İslamofobiyi politik bir kaldıraç olarak bir kullanmaya başladığınızda, göçmen karşıtı söylemlere bir bulaştığınızda, bunu sizden zaten daha iyi yapanlar bulunacağı için, eldekini de yitirme ihtimali ortaya çıkıveriyor. Avrupa'da ırkçı, monolitik ve faşist grupların merkeze yerleşmesi, demokrasiye sahip çıkma iddiasında olanların değerlerine ihanet etmesinden dolayı değil mi?
Mesela bugün Almanya'da Sabah gazetesine yapılan baskıyı ele alalım. Siz Türkiye'de 15 Temmuz darbesini yapan FETÖ örgütünün, PKK medyasının kapatılmasını ve bazı üyelerinin gazetecilik değil, darbe ve terör suçlarından tutuklanmasını basın özgürlüğüne sığınarak eleştireceksiniz, ama böyle suçlarla hiçbir ilişkisi olmayan bir gazeteyi, sizin kara propagandanızı deşifre ediyor diye susturmaya çalışacaksınız.
Buna benzer çifte standartlar sadece dünyamızı daha da yaşanmaz bir yer yapıyor. Evrensel değerler o kadar kolay ortaya çıkmadı. 70 milyon insan özellikle Avrupa'da birbirini boğazladıktan, Nazi faşizmi dünyayı mahvettikten sonra alınan derslerin bir sonucu. Şimdi bu değerleri bu kadar acemice ve ucuz bir şekilde harcamanın gerekçesini anlamak mümkün değil.
Peki bu garip durumları dünyanın yüzüne haykıran Recep Tayyip Erdoğan'dan neden nefret ediliyor?
Birleşmiş Milletler zirvesinde söylediklerinin doğruluğunu kim inkar edebilir? Arakan'da şu soykırım yaşanırken, olmayan gerekçelerle Irak ve Afganistan'a işgale gidenler neredeler? Yoksul ve iç savaşların batağındaki ülkelere en fazla Türkiye'nin mali yardım yapıyor olması büyük ülkelerin yüzünü kızartmıyor mu? AB'nin mültecilere harcanmak şartıyla Türkiye'ye vermeyi taahhüt ettiği 6 milyar doları siyasi koz olarak kullanıp ödememesi kimseyi utandırmıyor mu medeni dünyada? Türkiye'nin çabası olmasaydı Arakan kimin umurunda olurdu? Bunlar dünya için kötü alametler değil mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan "gözlerimizin ve tenimizin rengi farklı olsa da, gözyaşlarımız aynı renktir" derken, bu savrulmayı fark edecek bir vicdan kırıntısı arıyordu. Ruanda ve Bosna soykırımları bugün nasıl ortak tarihimizde bir utanç vesilesi ise, Arakan da öyle olmasın diyordu. On binlerce km ötedeki ülkelerde darbe yapmak için harcanan enerjinin çok azı ile dünyada bu talihsiz insanlar hayatta kalabilir, sömürgeci tarihin etkileri ile çöken yoksul ülkeler kalkındırılabilir. Böylelikle terörün kaynağı kurutulmuş olur.
Terör uzmanlarının ortak kanaati, bir terör örgütünün bir veya birkaç devletin desteği olmadan var olamayacağıdır. Terör üzerinde ortak bir tanımdan kaçınmanın nedeni de budur..
Peki bunları cesurca kamuoylarına anlatacak ilke sahibi aktörler neden artık sahnede yoklar? Demokrasiye inanç mı kalmadı? Herkes bir yerlere göbeğinden bağlı ve hareket edemiyor mu?
Belki de Erdoğan'a yönelen öfkenin bir nedeni de kralın çıplak olduğunu söyleyen tek etkili lider olmasıdır. Türkiye'nin güzel bir özelliği, yapacağı şeyleri açıkça söylemesi ve öngörülebilir olmasıdır. Fırat Operasyonu'nun yapılacağı söylendi ve yapıldı. Aynı şey İdlib için de geçerli, Kuzey Irak'taki sözde halkoylaması için de öyle. Türkiye sağ gösterip sol vuran bir ülke değil.
Üstelik Türkiye hiçbir yerde petrol ve doğalgaz için bulunmuyor. Suriye ve Irak'ın ve burada yaşayan tüm halkların iyiliği için çaba gösteriyor. Tabii ki Suriye ve Irak Türkiye'nin bir iç güvenlik meselesidir, kırmızıçizgisidir aynı zamanda.
Türkiye dünyaya 15 yıldır aynı şeyleri söylüyor ve söyledikleri bir bir kanıtlanıyor.
Türkiye hem Batılı hem Doğulu, hem Batı hem de Doğu ile konuşabilen, demokratik, modern, laik bir Müslüman ülkesi. Avrupa'nın güvenlik sübabı ve mazlum ülkelerin örnek aldığı, ümit beslediği güçlü bir ülke. Halkının demokrasi bilinci o kadar yüksek ki, 15 Temmuz FETÖ darbe denemesinde 250 şehit verdiği halde darbecileri püskürtmeyi başardı. 29 gün boyunca 30 milyon yurttaş demokrasiyi korumak için meydanları terk etmedi. Siz yakın bir tarihte hiç böyle bir demokrasi destanı izlediniz mi?
Övgüye layık bir ülke bugün yerden yere vuruluyor. 12 seçim kazanmış, darbeler atlatmış, Türkiye'yi her alanda üç kat büyütmüş bir siyasi lider otoriterlikle suçlanırken, halkını öldüren darbeciler baş köşede ağırlanıyor.
Dünya bu kadar çifte standardı kaldıramaz.
NATO üyesi bir ülkede darbe yapan bir terör örgütünün karargahının bir başka NATO ülkesinde olmasının izahı nedir? Bu ülke Amerika... Ya Amerika'nın bir başka terör örgütü olan PKK'nın Suriye kolu PYD'ye 3 bin TIR ağır silah ve teçhizat göndermesini nasıl açıklayacağız? Türkiye'ye parası ile verilmeyen silahlar nasıl bir terör örgütüne verilebilir? O terör örgütü hala Türkiye'de bebekleri, siyasetçileri öldürürken hem de...
Aynı şeyi Almanya için de söyleyebiliriz. Almanya FETÖ ve PKK için güvenli bir sığınak olmuş durumda. Ama Sabah gazetesi ile uğraşmaktan geri durmuyor.
Tüm bu karanlık gerçekleri gizlemek için Erdoğanofobi yeterli olmaz. Batı'nın demokrasi ekseni kaymış durumda ve Türkiye bunu çözmek amacıyla sıkça hatırlatma yapıyor. "Dost acı söyler" diye bir Türk atasözü var. Terör örgütleri geçici, devletler kalıcıdır. Türkiye bu haksızlıkları aşacak ve bazılarının gördüğü hayallerin tersine varlığını güçlendirecek.
Şimdi bu gerçekleri seslendirecek Batılı cesur siyasi liderlerin, filozofların ve sivil toplum yöneticilerinin ortaya çıkmasını ve konuşmalarını bekliyoruz.