Dünyada temel olarak şu anda üç sıcak risk alanının 3. Dünya Savaşı'na dönüşebileceği gerçeği bulunuyor önümüzde. Bunları incelemeye geçmeden Einstein'in "Üçüncü dünya savaşında hangi silahlar kullanılacak bilmiyorum, ama dördüncüsü taş ve sopa ile yapılacak" sözünü hatırlatmak isterim.
Rusya-Ukrayna krizi birinci sorunlu alan. İkincisi tabii ki Ortadoğu, sonuncusu ise son günlerin daha öne çıkan krizi olan Kuzey Kore hattı.
Bir şekilde her üçünde de, sınırları dahilinde olsun olmasın, ABD, Rusya krizlere dahil olma pozisyonundalar. Tabii ki, diğer birçok ülke de, bu alanlarda varlık gösteriyor veya göstermeye çalışıyor. Myanmar meselesi de Uzak Asya'da Kuzey Kore'ye ek olarak gelişen bir başka kriz oldu.
Doğru veya yanlış, Rusya tarihi olarak, Baltık Denizi ve Polonya sınırını kendi güvenliğinin kırmızıçizgisi olarak kabul etmekte. Bu hattın, AB ve NATO üyesi olması hedefleri ile Ukrayna'nın doğu sınırına kadar esnemesini Rusya'nın tepkisiz izlemesi pek olası değildi. Aynı şeyi Gürcistan için de söylemek mümkün ki, Gürcistan'ın NATO üyelik girişimi, Rusya'nın bölgeye Abhazya ve Osetya üzerinden müdahalesini getirdi.
Burada hem Ukrayna ve Kırım hem de Gürcistan açısından Rusya'nın müdahalelerini eleştirmek gerekli görünüyor. Ancak, ABD ve Batı blokunun, Rusya'nın müdahalesini öngörmeden veya bir müdahalede bulunmayacağını varsayarak hareket etmesi, gerçekten de öngörüsüzlük olarak kalmadı, ciddi sonuçlar doğurdu. Rusya'nın yüzlerce yıldır değişmeden kalan birkaç dış politika prensibinden ikisi Batı sınırı güvenliğini ileride kurmak ve sıcak denizlere ulaşmak olarak nitelenebilir. Bu korkuyu ve hedefleri anlamadan oyun kurmak mümkün değildir.
Dolayısıyla, şu anda böyle ciddi bir krizle dünya yüz yüze. Bunda tüm tarafların sorumluluğu var. Ukrayna krizi, Suriye ve Ortadoğu'nun diğer problemleri ile doğrudan ilişkilendiriliyor. Rusya, hem Ukrayna krizinde koz toplamak hem de Libya konusunda kaybettiği kartı kazanmak, Suriye'yi bir Rus üssü haline getirip, sınırı olmasa da sıcak denizlere inmek için bir fırsat olarak kullanıyor. Obama'nın zayıf ve tutarsız politikaları Rusya'yı Suriye'de ve hatta Filistin sorununda doğrudan aktör haline getirdi. Bölgedeki İran genişlemesi de bir Obama ürünü. Ancak bu İsrail'i son derece rahatsız etmekte. Nitekim Netanyahu son açıklamasında Esed'e "İktidarda kalmak istiyorsa, İran'ı ülkeden çıkarmak zorunda" dedi. Ama bunun olabilmesi için asıl adresin başta Rusya olduğunu kendisi de biliyor.
Dolayısıyla işlerin kötü gitmesi halinde, bu iki bölgedeki krizlerin birleşik kaplar misali birbirini tetikleyeceği görülüyor.
Üstelik Kuzey Kore krizinde de ABD ve Rusya karşı karşıya gelme potansiyeli taşıyor. Kuzey Kore özellikle SSCB'nin dağılmasından sonra daha çok Çin'e yakın olsa da, Rusya'nın ABD'nin Güney Kore ile birlikte 38. Paraleli geçerek ülkeye bir müdahalesi durumunda sessiz kalmayacağı tahmin edilebilir.
Burada daha çok öne çıkan aktör şimdilik Çin. Daha doğrusu öne çıkması talep edilen ülke diyelim. Ancak, ABD'nin Çin'in Kuzey Kore ile olan ilişkisinin karmaşıklığını tam olarak anladığı görülmüyor.
Kuzey Kore uzun süre Rusya ve Çin arasında bir rekabet unsuru oldu. Mao için Kuzey Kore hayati derecede önemliydi. Öyle ki Kore Savaşı'nda bir milyon askeri buraya göndermekten ve 400 bininin ölmesinden pek pişman olmadı. Çin'in yeni nesil yöneticileri yaka silkse de, Kuzey Kore'nin tek nefes borusu olan Çin'in bu ülkeyi o kadar kolay etkileyebileceği varsayılmamalı. Mao nasıl SSCB'ye karşı direndiyse, şimdi de Çin ABD'ye karşı bu konuda direnecektir.
Kuzey Kore'nin ülke olarak çökmesi demek, nükleer silahların kimin eline geçeceğinden tutun, körfezin ABD kontrolüne girmesi gibi birçok çatışma potansiyeli barındırıyor. Öte yandan Çin'in Kuzey Kore'ye yaptırım uygulaması ve ülkenin çökmemesi halinde, Çin güney sınırında nükleer güce sahip bir düşman edinmiş olacak. Dahası, Kuzey Kore'nin saldırganlığı ABD'nin bölgeden uzaklaşmasını engellerken, bölgede tek süper güç olmak isteyen Çin'i rahatsız ediyor. Belki de bu karmaşık dengeler, Kuzey Kore'nin daha ileri gitmemesi halinde, statükonun değişmemesini sağlayacaktır.
Bu arada Kuzey Kore'ye bir müdahale durumunda Çin'in çatışmaya dahil olacağını öngörmek gerekiyor.
Oyun üç alanda da sıkışmış durumda. Ve herhangi bir kriz bölgesindeki istenmeyen bir hareketlenmenin diğerlerini tetiklemesi, buradan da bir dünya savaşı çıkması hiç de uzak bir olasılık değil.
Tabii şu anda Irma kasırgası ile mücadele eden ABD'deki siyasi durum da oldukça tedirgin edici. Son 150 yıllık iki partili sistem resmen olmasa da fiilen sona ermiş durumda. Başkan Trump'ın başta kendisi olmak üzere Cumhuriyetçi Parti'den olduğuna kimse inanmıyor. Hatta, Trump'ı şu anda demokratlardan çok Cumhuriyetçiler eleştiriyor. O da bu durumdan çok rahatsız değil, çünkü aynısını kendisi yapmakta. 2020'deki seçimlere bağımsız aday olarak gireceği konuşuluyor. Seçim sürecinde partisinin desteğini arkasında hiç hissetmeyen ama büyük bir başarı göstererek ipi göğüsleyen Trump'ın kimseye kendisini borçlu hissetmediği ortada. Öngörülemez bir liderin yönetimindeki ABD'nin her an kızışacak ortamlarda nasıl yönetileceği, nasıl çelişkiler, yönetim farklılıkları ve zaafları oluşabileceği bir soru işareti. ABD'ki bu siyasal belirsizlik, dünya için de ciddi sonuçlar doğurabilir.
Dünyada siyasi elitlere karşı geniş ve kızgın kitlelerin çok ciddi bir tepkisi var. Müesses nizamlar, artık algı mühendislikleri ile kitleleri yatıştıramıyor. Merkez siyasette oluşan bu zaaf, radikal kanattaki parti ve akımların güçlenmesine yol açıyor. Merkez siyaset, çoğu Batılı ülkede varsıllların ve elitlerin, küresel şirketlerin ve lobilerin etkisine girdikçe, bu ülkelerin yoksul, dar gelirli ve fakirleşen orta kesimleri, yeni arayışlara girdi. Merkez siyasetin, ister sağda, ister solda olsun, halktan kopuk, duyarsız politikaları, cüce, hikmetsiz liderler, bu sonucu doğurmuş gözüküyor.
Eskiden, belirli bir amaç doğrultusunda bir ülkede iç savaş tetiklemek veya bir darbe ile yönetimi değiştirmek ve oluşacak kaybın o ülkenin sınırları içinde kalmasını ummak mümkündü. Ancak küreselleşen dünyada artık bu mümkün değil. İşte Suriye iç savaşının etkisi, küçük boyutlu bir göçle AB'yi bile ne kadar sarsmış durumda. Türkiye bir güvenlik sübabı olmasaydı, Avrupa'da neler yaşanırdı bilinmez. Danimarka geçen gün BM'ye taahhüt ettiği yıllık 500 mülteciyi ağır geleceği için alamayacağını duyurdu. Türkiye sadece 3 milyon 500 bin Suriyeli ve Iraklıyı ülkesinde konuk ediyor. Durumun vahametini anlamaktan bu kadar uzak olmak gerçekten anlaşılır gibi değil.
Belki de birileri gerçekten bir dünya savaşı arzuluyordur. Ama belki de köklü yanlış politikalar değiştirilemediği, çürüyen değerler ve atalet halindeki uluslararası kurumlar yenilenemediği için böyle bir savaşa kendiliğinden sürükleniyor da olabilir dünya. Her ikisi de kötü haber. Umarım bu tahminler doğru değildir.
Gerçekten de reel politik mantığının ve uluslararası sistemin BM başta olmak üzere köklü bir şekilde değişimden geçmesi gerekiyor. Ancak soru şu; insanlık bunu bir dünya savaşından önce mi, yoksa sonra mı yapabilecek?
Çünkü dördüncüsünde ne olacağını Einstein zaten söylemişti.