Alman Şansölyesi Angela Merkel'in 16 Ağustos tarihinde Türkiye ile ilgili yaptığı değerlendirmeler tabii Ankara'da yankı yarattı. Medya üzerinden konuşmayı tercih ediyorsanız, zaten asıl amaç öncelikle bu yankıyı elde etmek olmalı. 24 Eylül 2017 tarihinde yapılacak Bundestag/ Federal Parlamento Seçimi nedeniyle daha da işlevsel hale gelen bir Türkiye/Erdoğan karşıtlığı var. Bu akıma Merkel de kendisini kaptırmış gözüküyor. Oysa Yeşiller ve Sosyal Demokratların ve tabii ki radikal sağ/sol partilerin bolca kullandığı bu popülizme seçimin favorisi gözüken Merkel ve partisi CDU'nun daha mesafeli olması beklenirdi. İktidar sorumluluğu bunu gerektirdiği gibi, Almanya'da yaşayan milyonlarca Türk asıllı AB vatandaşının da üzülmesi, tedirgin edilmesi, arada bırakılması herhalde pek demokratik bir tavır değil.
Türkiye ve Almanya uzun yıllar müttefik ve dost olmuş iki ülke. Bu iki ülkede yaşayan Türkler ve Almanlar var. Bunun dışında ciddi ekonomik ilişkiler söz konusu. Ama nedense son yıllarda Almanya tarafının özensiz tavırları, incitici söylemleri ve tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanların Almanya'da konuşturulmaması ipleri gerdi.
Kriz konuları ise kamuoyuna doğru aksettirilmiyor. Mesela şu üsleri ziyaret meselesi. Türkiye Bundestag Savunma Komisyonu Üyelerinin İncirlik ve Konya Hava üslerini ziyaretine karşı çıkmıyor. Mesele Bundestag'daki PKK ve diğer örgütlere açıkça destek veren aşırı sol milletvekillerinin bu heyetlerde yer almak istemeleri. Öyle bir lanse ediliyor ki, sanki Türkiye keyfine göre, hiçbir gerekçe göstermeden komisyon üyelerini topluca reddediyor. Öyle bir durum yok. Ama bunu doğru bir şekilde anlatan da yok.
Şansölye Merkel de söz konusu açıklamada Gümrük Birliği anlaşmasının genişletilmeyeceğini ve iki ülke arasında zor bir dönem yaşandığını ifade ederek, ek bazı önlemler almak zorunda kaldıklarını ifade ediyordu. Tersi kanıtlanmış olsa da, Alman yatırımcıların zor duruma sokulduğu tezini yineledi. Ancak her şeye rağmen diyaloğa devam etmek durumunda olduklarını ifade etti.
Merkel'in asıl sorun yaratan cümleleri ise şunlar oldu:
"Şunu da gözardı edemeyiz. Türkiye sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetten ibaret değil. Neredeyse yüzde 50'si anayasa referandumuna hayır dedi. Onların da bizden beklentisi var. Sert pazarlıklar sürdürmemiz, yanlış uzlaşmaya girmememiz lazım. Biz bizden umutlanan ve bizimle diyalog isteyen bu yüzde 50'ye yanlış sinyal de vermemeliyiz."
Türkiye egemen ve büyük bir ülke. Tabii ki kendi içişlerine bu kadar fütursuzca müdahale edilmesini hoş karşılamayacaktır. Merkel, sanki Türkiye'nin bir iç siyasi aktörü gibi davranarak belli bir politik hatta destek veriyor, destek olmaktan da öte, Almanya'nın onların ümidi olduğunu ifade ediyor. Bu ne demek? Herhangi bir ülke, bir başka ülkedeki politik mücadelede bu kadar açık taraf tutabilir mi? Almanya bunu bir başka ülkeye kolayca yapabilir mi?
Burada yaklaşan seçimlerde ucuza gelen bir popülizm kartını kullanmak ve rakiplerin Türkiye karşıtlığı üzerinden kendisine karşı toplayacağı bonusları kaptırmamaya çalışma çabası söz konusu. Öte yandan, Almanya'daki Türklere karşı, Türkiye'deki hükümet karşıtlarının yanında yer alınarak bir dengelemeye gidiliyor gibi de okunabilir. Üsler ve ajanlar konusunda incinen gururunu da kamuoyu karşısında tamir etmeye çalışılıyor olabilir.
Ancak, gerçek o ki, Türkiye karşıtlığının sanıldığı gibi ucuza gelen bir kart olmadığı, hatta Almanya'ya oldukça pahalıya mal olabileceği gözden kaçıyor. Tabii Almanya, 2019 seçimlerinde veya bir başka darbe denemesinde kendisine yakın olanların Türkiye'nin dümenine geçeceğini düşünerek yatırım yapıyor olabilir.
Nitekim Dışişleri Bakanı Gabriel'den çok geç bir pişmanlık açıklaması gelmiş olsa da, Almanya 15 Temmuz FETÖ darbesine tavır almayı bırakın, destekleyen bir tutum içinde oldu. Birçok FETÖ sanığı Almanya'yı yeni vatan olarak kabul ediyor. PKK ve DHKP-C gibi Türkiye'nin canını çok acıtan en az üç terör örgütü Almanya'da çok rahat hareket ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Merkel'e verdiği 4500 iade dosyasında bir gelişme yok. Son olarak FETÖ ve 15 Temmuz darbe girişimin beyni olan Adil Öksüz adlı kişinin Almanya'da olduğu bilgisi kamuoyuna yansıdı. Almanya'nın bu konudaki cevabı "haberimiz yok" şeklinde gayrı-ciddiydi.
Öte yandan, Almanya, Türkiye ile ilişkilerini AB ile Türkiye ilişkileri ile bilinçli bir şekilde karıştırıyor. Türkiye ile yaşadığı krizde AB fonlarını etkileyerek AB'yi bu iş için suiistimal ediyor. Aslında, AB'nin Almanya'nın güdümüne girdiği de bir kez daha kanıtlanmış oluyor.
Türkiye'nin Almanya'dan istediği teröristler veya Almanya'da yargılanan çifte vatandaşlar için "Berlin'de yargıçlar var" demek, ama AB fonları üzerinden Türk yargısı üzerinde baskı kurmaya kalkmak nasıl bir mantıktır? Türkiye zamanında Almanya'nın canını yakan Baader Meinhof/Kızılordu gibi örgütleri desteklese, üyelerini korusa Berlin ne hissederdi?
Türkiye'de yapılan 16 Nisan referandumunda birçok Alman politikacı "hayır" kampanyası yaptı, "Evet" kampanyalarına düşmanlık gösterildi. Şimdi de Merkel hayırcıların lideri gibi konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçen günlerde Almanya'ya da yaşayan Türk seçmenlere "Türkiye düşmanlığı yapan partilere oy vermeyin" çağrısında bulundu. Türkiye'ye dönük bu kadar kasti düşmanlığın sergilendiği bu ortamda Erdoğan'ın çağrısı oldukça naif ve demokratik kaçıyor.
Türkiye elinden geldiği kadar bu krizin derinleşmesini önlemeye çalışacaktır. Nitekim Türkiye'de faaliyet gösteren Alman şirketlerinin baskı gördüğü yalanı üzerine hükümet bu şirketlerle toplantı yapmış, böyle bir durumun olmadığını ifade etmişti. Oysa Almanya bu durumu bile "Türkiye korktu" gibi bir çarpıtmayla kamuoyuna yansıttı. Bu da popülizm zaafının bir göstergesiydi.
Ancak, Türkiye'nin bu yapıcı tutumu, Almanya'nın Türkiye konusunda atacağı haksız adımların, kabul edilemez söylemlerin cevapsız kalacağı anlamına gelmemeli. Türkiye artık eski Türkiye değil. Alman yönetimini de asıl sinirlendiren bu olabilir.
Ama bundan da öte, Türkiye Suriye'deki gelişmeleri, FETÖ, PKK, YPG/PYD konularını bir varoluş meselesi olarak görüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aynı toplantıda ifade ettiği gibi, hiçbir konu Türkiye'nin varoluş meselelerinden daha öncelikli değildir. Hatta teferruattır.
Türkiye sınırları ötesinde ve içinde ne yapılmak istendiğini gayet iyi biliyor. Almanya Britanya'nın sergilediği rasyonaliteyi sergileyemiyor. Bu politik zayıflık göstergesi. Türkiye kendisi ile işbirliği yapmak isteyen tüm ülkelerle onların yörüngesine girmeden eşit şartlarda birlikte çalışacaktır. Ancak kendisine düşmanlık edenlere de tüm gücüyle karşı koyacaktır. Bu bir tercih meselesi değildir. Yine herkes iyi biliyor ki, Erdoğan'ı eleştiren Batılı liderler, eğer Türkiye'yi yönetiyor olsalardı, Erdoğan gibi davranmaya çalışacaklardı. Onun kadar cesur ve zekice hareket edebilirler miydi, o ayrı bir konu. Ama Erdoğan'ın Türkiye için doğrusunu yaptığını her akıllı siyasetçinin gördüğünü tahmin edebiliyoruz. Kulislerde konuşulan değerlendirmeler de bu yönde.
Egemen, meşru bir devlet, seçilmiş meşru hükümet ve cumhurbaşkanıyla değil, terör örgütleri ile çalışmanın bir bedeli var. Bu bedel küçümsenmemeli, Türkiye'de bir yönetim değişikliğine bel bağlanmamalı. Hatta bunun için devreye hiç girmemeli.
Türkiye 15 Temmuz'da çökmeyeceğini dünyaya demokratik bir destanla gösterdi. Laik, demokratik, Batılı Müslüman bir ülkenin bu kadar rencide edilmesi anlaşılır gibi değil.