Türkiye'de adına kutuplaşma denen meselenin AK Parti ile oluşmadığını, belli bir tarihsellik üzerine oturduğunu ifade etmek gerekir. Bu noktada AK Parti döneminde bu kutuplaşmanın yüzeye barışçı bir şekilde vurduğunu söylemek daha doğru olur. Aslında 200 yıllık bir hikâyesi olan bu meseleye kutuplaşmadan ziyade çelişki demek daha doğru. Osmanlı'nın çöküş döneminde henüz Batı'da yaşanan değişimin kökenlerini iyi kavrayamayan reformcu bürokratlar yüzeysel bir Batılılaşma süreci başlattılar. Bu Batılılaşma hareketi gittikçe devlete ve üst yapılara, elitlere hâkim oldu. Batı'nın Osmanlı'ya üstünlük kurması, bu üstünlüğün gittikçe belirginleşmesi, zamanın çok kısıtlı olması, Batılılaşmanın üzerinde çok da düşünülmeden bir kurtarma operasyonu olarak benimsenmesine yol açtı.
19. yüzyılın son çeyreğinde kurulan İttihat ve Terakki gibi partiler de, Ziya Paşa gibi kayıtsız şartsız Batıcı olan ekol devraldılar. Çöküşü durdurma telaşı, bir halk hareketine yaslanmak yerine devleti kontrol etme pratiğini öne çıkardı. Yani eğer devlet kontrol edilebilirse, Sultan Abdülhamid gibi yerelliği önemseyen padişahlar yıkılabilirse, ülke Batılı hale getirilir ve ülke kurtulurdu.
Hatta kurtulmakla da kalmaz, kaybedilen topraklar fazlasıyla geri alınır, imparatorluk ihya edilirdi. Nitekim 1908'de padişaha kabul ettirilen 2. Meşrutiyet, sonrasında İttihat ve Terakki'nin Türkçü kolunun yaptığı Babı Ali Darbesi ile yönetim genç ve hayalperest bir kliğin eline geçti. Talat, Enver ve Cemal'den oluşan bu klik esas olarak Alman hayranıydılar. Almanya ile birlikte 1. Dünya Savaşı'na girerek Osmanlıyı ihya etme hayaline kapıldılar. Bu esnada ülkenin tamamı tehlikeye girdi ve büyük bedeller ödendi. Abdülhamit'in devrilmemesi halinde Osmanlı'nın çok daha az kayıpla süreci atlatabileceği, hatta 1915 Ermeni Tehcirinin yaşanmayacağı genel kabul gördü. Ancak ülkeye tepeden giren bu çelişki Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam etti. Mühendislikle, halkın iradesine dayanmayan oluşturulan yönetim ve devlet biçimleri, bu projeyi destekleyen veya bundan menfaati olan küçük bir kesimle, muhafazakâr özellikler taşıyan geniş halk kitlelerini karşıtlık içinde tuttu.
Sorun iki türlüydü. İlki halkın aşağı ve tehdit görülmesi, ikincisi ise kurtarıcı projenin kof olmasıydı. Sadece taklide dayanan, bir hayranlık ve nefret sarkacında sallanan bir Batıcılık, yerel halka hep yabancı ve itici geldi. Üstelik bu türden bir modernleşme Cumhuriyet döneminde ülkenin yüzde 99'una zorla dayatıldı ve şiddet pratikleri uygulandı. İnsanların inançlarına müdahale edildi. Irkları bastırıldı, dilleri yasaklandı. Bu türden tepeden inmeci bir tavrı benimseyen veya bundan faydalanan bir kesim ile bundan zarar gören daha geniş halk kitleleri karşılıklı zıt şekilde konumlandı. Ancak yönetim ve ülke kaynakları 2 binli yıllara kadar Batıcı azınlık kesimlerde oldu.
İşte bu denge AK Parti döneminde bozulduğu için ülkenin elit kesimleri eşitlenmeyi bir hak kaybı olarak gördüler. Uzun zaman normal algılanmış antidemokratik bir devlet sistemi demokratikleştikçe muhafazakârlar, Gayrımüslimler, Kürtler kamusal alanda görünmeye, haklarını kullanmaya başladılar. Bunun önünü AK Parti açtı. Aslında bu şiddet içermeyen bir tür normalleşme süreciydi, ancak ulusalcı elitler tarafından bir imtiyaz kaybı olarak görüldü. CHP gibi partiler de tabanlarını normalleştirmek yerine bu sınıfsal çelişkiyi derinleştirdi hatta bu tepkiyi kolay oy toplama yolu olarak benimsedi. Hala da öyle… Ancak artık bu süreç başladı. Halkın yüzde 75'i bu sürecin arkasında… AK Parti bu süreci üstlendiği müddetçe güçlü kalacak. Beyaz Türkler eşitliği hazmedip pozitif siyasete ısınmaya başladıkça ülke de normalleşecek.