Türkiye'de son 13 yılda, ama özellikle askeri vesayetin etkisini yitirdiği ve darbe yapmanın tek yolunun sokaklar ya da sandık haline geldiği şu birkaç senede değişik bir motif öne çıkıyor. Tarih 19.09.2006… Meclis'te Vakıflar Yasasındaki düzenleme ile ilgili tartışmalar var. Kemal Kılıçdaroğlu, "Türkiye'nin temeline kimse dinamit koyamaz. AB istedi diye bu kanunu çıkartıyorsunuz" diye kendisini paralıyor. Konu tabii gayrimüslim cemaat vakıflarına uygulanan zorbalıkla el koyma pratiklerinin sona erdirilmesidir. Ama Sayın Kılıçdaroğlu'na göre, zaten "onlar", yani Türkiyeli gayrimüslimler yabancıdırlar. "Türkiye'de bazı cemaat vakıflarına, Avrupa Birliği istedi diye bu koşulları getiremeyiz. Burada okul açacak, üniversite kuracak, iş hayatına girecek; onların alacağı desteği, bizim, Türkiye Cumhuriyeti'nde vatandaşlarımızın kurduğu vakıflar alabilir mi? Onların arkasında, bütün o grupların, sermaye gruplarının, dinî grupların olduğunu kimse bilmiyor mu? Devletlerin olduğunu kimse bilmiyor mu?"
2002'den beri devlet eliyle Osmanlı döneminde kurulmuş gayrimüslim vakfiyelerinin mallarına el konması ayıbını gidermeye çalışan AK Parti'ye en büyük direnç CHP'den gelmişti. Bir önceki Mecliste ise CHP "Agop'un mallarının derdine düştünüz" şeklinde sözler kullanmıştı. Yasa Meclisten geçince CHP yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. CHP ve zihniyeti, gayrimüslimleri vatandaş bile saymıyordu. Hala 1940 zihniyetine sahiptiler ve direniyorlardı.
İşte o CHP, bugün AK Parti'den geri kalmamak için bir Ermeni yurttaşımızı vekil adayı olarak gösteriyor. Ne güzel bir gelişme değil mi? Aklıma hep cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığı ile şoke olan bir tiyatrocunun şu sözleri geliyor: Senden (Erdoğan) kurtulmak için nelere katlanıyoruz!" AK Parti karşıtı koalisyon, değişimin altında ezildi. Bu nedenle reformlara tam gaz direnmek yerine, "AK Parti ne verirse on katı bizden" havasına girmiş durumdalar. "Nasıl olsa halkı bir kandırdık mı, bırakınız vaatleri tutmayı, 13 yılda yapılanların hepsini, bu kez asla geri gelmeyecek şekilde toprağa gömeriz" düşüncesindeler. Bu uğurda DHKP-C'li de olunur, PKK ile ahlaksız anlaşmalara da gidilir, iç savaş veya ekonomik kriz için de her şey yapılabilir. Omlet yapmak için yumurtaları kırmak şarttır ne de olsa. Ermeni'den çok Ermeni, Kürt'ten çok Kürt olmak sonuçta elde edilecek eski Türkiye adına hazmedilir bir durumdur. Onların hesabı nasıl olsa görülür. Yeter ki köprü bir geçilsin.
Tabii 1915'in 100. yılı da geçen seneden beri bir ek cephe alanı olarak tahkim ediliyordu. Gerçek bir yüzleşme ve helalleşmenin yıllardır emeğini verenlerin aksine, kullan-at taktiği öne çıkıyordu. Yaralı kesimlerin, ailelerin, bireylerin etrafı sarılıyor, onların manevi gücü bir cephaneye dönüştürülüyordu. Dün 1915 Büyük Felaketinden sorumlu olanların bugünkü temsilcileri, tam tersi bir pozisyondan sahaya girmişlerdi. Bu büyük acıyı güdük aktivizmlerinin çırası yapanların yanında, Kumkapı Meryem Ana Ermeni Patriklik Kilisesi'nde AB Bakanı Volkan Bozkır, Dışişleri ve İçişleri bakanlık temsilcileri, Müftü yardımcısı ve diğer dinlerin en üst temsilcileri bu kaybın anısına ayin-i ruhani düzenliyorlardı.
Çok anlamlı bir vaazdan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın taziyesi sunaktan okundu. İlk birkaç yılı saymazsak, yüzyıl sonra bir ilkti bu. Kim hangi niyetle nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, herkesin ifade ve eylem özgürlüğü var. 24 Nisan günü Türkiye'nin dört bir yanında isteyen istediği gibi bir anma yaptı. Geldiğimiz bu seviye mutluluk vericidir. Bir konuda daha İttihatçı/Kemalist inkâr zihniyeti ile köprüler atılmıştır. Üstteki tartışmalar ne olursa olsun, halklar arasındaki bu kavuşma biz Ermenilerin yasını başlatacak ve 1915'te donan algılarımızı eritecek türdendir.