31 Mart 2015 günü İstanbul'un merkezindeki dev adliye binasına giren iki DHKP-C'li terörist Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı sekiz saatlik bir pazarlıktan sonra infaz etti. İnfazla aynı anda gerçekleştirilen baskında iki militan da ölü ele geçirildi. Ertesi gün ise bu kez Emniyet Genel Müdürlüğü binasının girişinde bir terör eylemi gerçekleşti. Bir kadın militan polise attığı bomba patlamayınca üzerindeki otomatik silahı polise ateşledi ve polisin karşılık vermesi üzerine öldürüldü. DHKP-C taşeron olarak kabul edilen çok kanlı bir örgüt. En son eylemini 2001'den yaptıktan sonra on yıl kadar suskunluğa girdiği görülüyor. Ancak örgüt 2012 yılının yaz aylarında birden bire uyanıyor. Hedefler genellikle polisler, ABD büyükelçiliği, AK Parti genel merkezi ve bakanlıklar olarak dikkati çekiyor.
Şehir savaşı ile ülkede bir devrim yapmayı amaçlayan 1970-90'lı yılların şartlarında şiddet uygulayan bu örgütün şu anda ne Türkiye, ne de dünyada aynı yöntemle bir yere ulaşamayacağını zaten görmüş olması gerekir. SSCB'nin ve devrimci şiddetin tarih olduğu bir zamandayız. Tam da bu nedenle bu örgüte taşeron örgüt deniyor. DHKP-C'nin PKK'nın silahlı çatışmayı bırakmak üzere Türkiye devleti ile görüşmeye başladığı süreçte uykudan uyanması tesadüf değil. 3 Ocak 2013'te ilk heyet Öcalan'ın yattığı İmralı adasına gittikten hemen sonra AK Parti Genel Merkezi'nin Başbakan Erdoğan'ın çalışma katının ve sürecin koordinasyonunu üstlenen Adalet Bakanlığı'nın bu örgüt tarafından saldırıya uğraması, PKK'nın yerine DHKP-C'nin yerleştirilmeye çalışıldığı izlenimi doğuruyor.
31 Mart'ta Savcı Kiraz'ın öldürülmesinden sonra pek çok ilde bu örgüte yönelik operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarda ilginç bir kişi yakalandı. Polonya asıllı Almanya doğumlu İngiliz pasaportu taşıyan bu şüpheli kişi Stephan Shak Kacnyski. Alman istihbarat örgütü BND'yle bağlantılı olduğu iddia ediliyor. İddiaya göre BND bünyesinde bulunan Kacnyski, terör örgütünün Avrupa'daki üst düzey yöneticileri ile örgütün Türkiye ayağındaki yöneticileri arasında bilgi akışını sağlıyordu. Taraflar arasında talimatları ileten bir kuryeydi. Bir hafta kadar önce Türkiye'ye giriş yaptı. Seçim öncesi Türkiye'deki istikrarı bozmak ve ülkenin kaosa sürüklenmesi için yapılan planları ve talimatları örgüt yöneticilerine iletti. Bunun üzerine terör örgütü düğmeye bastı.
1996 yılında ülkenin en zengin sanayici ailelerinden olan Sabancı Holding'in binası DHKP-C tarafından basılmış, Özdemir Sabancı ve iki yardımcısı öldürülmüştü. Bu saldırıyı yapan Mustafa Duyar cezaevinde adeta "geliyorum" diyen bir şekilde infaz edildi ev susturuldu. Ancak diğer katil Fahriye Erdal, Belçika tarafından yıllarca Türkiye'ye iade edilmedi, korundu ve nihayetinde serbest bırakıldı. Bu örgütün Almanya, Hollanda, Yunanistan ve İtalya tarafından himaye edildiği iddia ediliyor. Bunlar oldukça ilginç ve Türkiye'nin ciddiye aldığı, zaman zaman da dosya olarak muhataplarının önüne başbakan, cumhurbaşkanı düzeyinde konan dosyalar.
Ama daha da ilginci Türkiye'nin içinde yaşanıyor. Türkiye'de Kürt, Alevi, gayrımüslim sorunlarının bizzat sorumlusu olan laik kesimler, AK Parti ve Erdoğan karşısında adeta PKK'lı ve DHKP-C'li kesildiler. PKK'nın silah bırakmaması için medya ve tüm STK güçleri ile adeta bir kışkırtma stratejisi güderken, Savcı Kiraz'ı öldüren katilleri ise neredeyse kahraman ilan ettiler. Hürriyet ve CNN başta olmak üzere, yapılan yanlı yayınlar halkta infiale neden oldu. Bu yayın organları adeta terör örgütü propagandası yaptılar. Bu medya grubunun yazar ve programcıları sosyal medyada katilleri kahramanlaştırdılar.
Türkiye'de çok ilginç bir dönem yaşanıyor. Seçkin laik kesimlerin ülkenin iktidarını halka kaptırmamak için ittifak kuramayacakları kesim kalmadı gibi. Artık DHKP-C gibi kanlı bir örgüte kadar düştüler. İlgi ve ibretle izliyoruz…