21 Mart Nevruz bayramında PKK'nın İmralı adasında hapiste bulunan lideri Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır'da okunacak mektubu merakla bekleniyordu. Mektupta PKK'ya silahlı gruplarını ülkeden çekmesine dönük kararın alınacağı kongrenin toplanması için tarih vereceği tahmin ediliyordu. Böylelikle anlamlı bir sürecin başladığını anlayabilecektik. Bu olmadı. Ancak mektubun tarihi önemi yine de vardı. Çünkü Öcalan net biçimde şu sözleri ifade etmişti. "Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK'nın Türkiye Cumhuriyetine karşı yaklaşık 40 yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim."
Bu açıklama, nihayetinde Türkiye'de PKK'nın silah kullanmaya yönelik hiçbir gerekçenin kalmadığını açıkça ilan ediyor. Dolayısıyla, bu kadar etkili bir liderin bu açıklamasından sonra, PKK'nın çatışmaya hangi gerekçeyle döneceği iyice şüpheli hale gelmekte, öte yandan bu gerekçenin Kobani üzerinden 6-8 Ekim'de HDP ve Kandil'in çağrısı ile yaşanan ve 52 vatandaşın öldürüldüğü olayların önüne geçemeyeceği de ortada. Çünkü sahnede hala silah var ve sahneden o silah uzaklaştırılmadan da patlaması her an mümkün. Bir söylentiye göre ise, aslında mektupta tarih varmış ancak son anda çıkarılmış.
Bunun nedeni ne diye düşüldüğünde, Kandil'in hala aklının karışık olması geliyor. Ekim ayında Kandil 52 vatandaşın hiç yere ölmesine yol açan bir çılgınlık yaptığında normalde sürecin çökmesi beklenirdi. Ancak hükümetin, Erdoğan ve Davutoğlu'nun iradesi ile masa çökertilmedi, ancak kamu güvenliği ve silahlı güçlerin geri çekilmesi ön şartı eklendi müzakerelere. Toplumun bu sürece bağlılığının sürdürülebilmesi için, hükümetin Çözüm Süreci'nin barış ortamının suiistimal edilmesi riskini sıfırlaması gerekiyordu. Çünkü Kandil hala Çözüm Sürecinde tam anlamıyla netleşmiş değil.
Akılları, eşit yurttaşlık ve demokratikleşme üzerinden çatışmayı bitirmek yerine, Suriye'deki durumla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye içinde de bir kanton elde etmek gibi çılgınca bir fikir daha var. Mesele Kürt sorunu olsaydı, bugün Türkiye'de Kürtlere dönük inkâr ve asimilasyon resmen bitmiş durumda. Geriye kalan sorunların ise siyaset içinde çözülmesi pekâlâ mümkün görünüyor. Savaşmayı gerektirecek bir durum artık kalmadı ortada. Erdoğan'ın Kürt vatandaşların sorunlarını gerekçe göstermeyin, eski anlamında Türkiye'de bir Kürt sorunu kalmamıştır, PKK'nın silah kullanması sorunu vardır demesinin altında yatan neden bu.
PKK, Rojava'daki yeni durum ve IŞİD nedeniyle dünyadan büyük ilgi görüyor. Muhtemelen Kandil'e de cazip tekliflerle gidiliyor. Ancak bu teklifler Türkiye ile savaşa devam edin ahlaksızlığını içeriyorsa, Kürtlerin buradan kalıcı ve yapıcı bir kazanım elde etmeleri mümkün değil. Oysa Çözüm Süreci ile AK Parti hükümeti PKK tabanına aracı değil, kurucu ve eşit bir rol teklif ediyor. Öcalan bunu anlamış durumda ve üç Nevruz mektubunda da bunu anlatıyor ama Kandil ve HDP'nin de ikna olması gerekiyor. Bu netleşme olmadan hükümetin Kandil'in kendisini daha fazla açık sulara çekmesine müsaade etmesi beklenemez. 6-8 Ekim'i yapan örgüt her şeyi yapar. Bunun tek şartı da silahlı güçlerin ülkeyi terk etmesi. Ama en nihayetinde, savaşın hiçbir gerekçesi kalmadı ve halk bunu biliyor. 6-8 Ekim gibi bir kışkırtma bile etkili olamadı. Haliyle, ara ara tıkanmalar yaşanması olası olmakla birlikte, her aşılan kriz Kandil'i barışa biraz daha mahkûm ediyor.