Bu yıl tüm dünya Ermenileri 1915'te yaşadıkları büyük felaketin 100. yılını idrak edecekler. 100 yıl inkâr edilen büyük bir acının yükünü taşımak hem zor, hem de adaletsizce. Haliyle Ermenilerin büyük kesimlerinde ciddi bir burukluk var. Bu duyguyu anlamak gerekiyor. Bu acının hak ettiği saygıyı görmemesinde sadece Türkiye'nin değil, tüm gelişmiş ülkelerin de büyük sorumluluğu var. Çünkü her şey 1915'te tüm dünyanın önünde yaşandı.
"İnkâr" ile "itiraf" cenderesinde sıkışmış, soykırım teriminin ağırlığı altında ezilmiş bir felaket 1915. Cinayeti her ne kadar Türkiye'nin üzerinde kara bir leke olarak durmaya devam etse de, Hrant Dink, 2005 yılında bir üniversitede zar zor düzenlenen ilk Ermeni Konferansı esnasında şöyle diyordu: "Ermenileri anlamaya yönelik bu toplantılar Türkiye'ye inanılmaz bir kazanım sağlayacak"
Öyle de oldu. Daha kısa süre önce bu ülkede "Ermeni" kelimesi küfür yerine kullanılıyor ve bunu bizzat devlet yetkilileri yapıyordu. Ancak Ak Parti iktidarı ile gayrimüslimlere devletin bakış açısı hızla değişti. Ancak asıl değişim toplumda oldu. Dilbilimci Sevan Nişanyan'ın deyimiyle "Türkiye kamuoyu 1915'i vahşice savunma pozisyonundan, 'Keşke olmasaydı' noktasına geldi." Ancak en kritik değişim geçen sene devlette yaşandı. Topyekûn inkar ve yok sayma pozisyonunu değiştiren AK Parti hükümeti, 23 Nisan 2014 günü Başbakan Erdoğan imzalı aşağıdaki taziyeyi yayımladı.
"Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır. (…) Türkiye'de 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir.
Türkiye'deki bu özgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hatta bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir. Ne var ki, tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir.
Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir. Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz."
Bu sene ise, Başbakan Ahmet Davutoğlu Hrant Dink'in 8. Ölüm yıldönümü için bir taziye yayımladı. "Savaş şartlarında başvurulan zorunlu yer değiştirme politikalarının, 1915 dâhil, gayri insani sonuçlar doğurduğunu daha önce de açıklayan Türkiye, Ermenilerin acılarını paylaşmakta, iki halk arasında yeniden duygudaşlık kurulması için sabır ve kararlılıkla gayret göstermektedir... Ermeni kültür varlıkları ile Osmanlı/Türk kültürüne değerli katkılarda bulunmuş Ermeni şahsiyetlere hak ettikleri biçimde ve önemle sahip çıkmaya devam edilecektir. Acılara ortak olmak, yaraları sarmak ve tekrar dostluklar kurabilmek arzumuz samimidir. Ufkumuz dostluk ve barıştır..."
Türkiye'nin bu çabalarını devletin siyasi manevrası olarak değerlendirmek, toplumdaki değişimi ıskalamak anlamına gelecektir. Adımlar yetersiz bulunabilir. Ama Türkiye 1915 konusundaki resmi pozisyonunu terk etmektedir. Bu yeni durumu diyalog için bir fırsat olarak değerlendirmek yerine yok sayma yolu tercih edilirse, böyle yapanların kendilerini kısa süre içinde irrasyonel bir noktada yalnız bulmaları beklenebilir.