Belki Batı'dan Türkiye'ye bakanları kabaca üç gruba ayırmak mümkün… İlk grup, Doğu'da olup bitenleri iyi niyetle anlamaya çalışanlar. Yani olgusal gerçekliği kavramaya ve mümkün olduğunda objektif kriterlerle değerlendirmeler yapmaya özen gösteriyorlar. İkinci grup ise, aslında Batı kültürünün de kendi içinde yoğun olarak tartıştığı, moderniteye ve Batılı demokrasi, kültür, bilim ve yaşam biçimlerine kutsallık atfederek yola koyulanlar. Bu gruptakilere göre, Batı'nın bu kutsal veçheleri, insan uygarlığının gelebileceği son noktadır; kendi içinde sorunları olsa da, yine bu çerçeve içinde kalınarak en iyi çözümler bulunabilir. Öyle ki, demokrasi, kültür, bilim ve yaşam biçimlerine dair tüm öneriler, çeşitlilikler, farklı yorumlar, bu ana şablona oturtularak değerlendirilmeli, bu şablona uymayanlar tehdit olarak görülmeli, uyanlar ise tüm sorunlarına rağmen desteklenmelidir.
Mısır'da, bir diktatörü kansız şekilde yönetimden uzaklaştırıp, serbest seçimlerle cumhurbaşkanı seçilen Mursi'yi deviren General Sisi'nin desteklenmesi de bu yöndeki eğilim sayesinde oldu. Mısır halkının, Mursi/İhvan'ın hatalarını sandıkta cezalandırmasını beklemek yerine, binlerce kişinin ölmesine yol açan kanlı bir darbe daha "Batılı" bulundu. Bu Batı'nın demokrasi iddiasıyla ters düşse de, aciliyetler ve İhvan'ın hataları kadar, onun Batı'ya ters düşen demokrasi/yönetim tarzı bir darbeyi desteklemeyi meşru kıldı. Bugün ABD ve AB'de bu konu sağduyulu kesimler tarafından ağır şekilde eleştiriliyor.
Dünya dikensiz bir gül bahçesi değil; Mısır da çok önemli bir ülke. Özellikle İsrail'in güvenlik tercihleri ve enerji hatlarının mülkiyeti söz konusu olduğunda, her türlü ahlaki/demokratik öncelik birdenbire teferruat haline gelebiliyor. Şüphesiz Mısır halkı kendi tercihlerinde özgür bırakılsaydı, İhvan en son seçenek dahi olsa, halkın kendi iradesinin bu sorunu halletmesi bu ülkenin demokrasisi için büyük bir adım olacaktı. İnsanlar generallere değil, kendi iradelerine güveneceklerdi. Belki de istenmeyen tam da budur.
Bu tespit bizleri üçüncü grup olan profesyonellere ulaştırıyor. Medya, sivil toplum, dev şirketler ve lobilerden oluşan bu gruplar, dünyada istedikleri algıyı/gerçekliği oluşturma gücüne eskisi kadar olmasa da, Mısır, Filistin gibi zayıf muhataplar karşısında hala sahipler. Irak'a, tamamen asılsız çıkan kimyasal silah gerekçesi üzerinden ABD müdahalesinin yaşandığı, milyonlarca insanın öldüğü, bugün de IŞİD gibi örgütlerin oluşmasına yol açan bir zihniyetten bahsediyoruz.
Nitekim daha kuzeyde, Ukrayna'da bu mühendislik Ortadoğu'daki kadar "sorunsuz" ilerlemedi. Doğu Avrupa ülkelerinin NATO'ya dahil edilmelerinden sonra, Ukrayna'nın da Batı paktına alınmasına yönelik seçilmiş Rus yanlısı hükümete karşı desteklenen "demokratik" eylemler sonucu oluşan kaos Rusya'nın sert müdahalesine yol açtı. Artık tarih oldu ama, bunu Kanada'yı Varşova Paktı'na dahil etmek için Rusya'nın sivil toplum/adalet görünümlü yapacağı bir müdahale örneği ile karşılaştırabiliriz. Acaba ABD böyle bir durumda ne yapardı?
Evet, bu alanda demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi çok değerli kavramlar, "fayda" adı altında birer manivela seviyesine iniyor. Böylelikle, ancak kazanmanız halinde sürdürülebilecek bir simülasyon inşası anlamına geliyor. Ama daha da tehlikelisi, Magna Carta'dan, Aydınlanma ve Fransız Devrimi'nden beri büyük bedeller ödenerek elde edilmiş bir demokrasi müktesebatı, bizzat bu mirasın torunları tarafından ucuz bir pazar malına dönüştürülerek içi boşaltılıyor.
Bu ise, Batı dünyasının tam kalbine ırkçılık, temsili demokrasinin zayıflaması, bireyin atomize olarak dünya/memleket meselelerinden elini ayağını çekmesi olarak dönüyor. Özetle, ilk iki grubun, üçüncü grup karşısında kendi demokrasilerini korumak adına daha gerçekçi/ahlaklı bir pozisyona geçmeleri, Batı'nın geleceği için hayati önemde.