Amerika Birleşik Devletleri bir göçmenler ülkesi olarak, tüm dezavantajlıların bir nebze rahat bulduğu, yeni bir hayat kurma imkânını milyonlara bahşeden bir ülke olmakla özel bir yere sahip. Bu anlamda ABD dışındakilere karmaşık gelen demokratik sistemi de bu geçmişin içinden kendine has bir yol izleyerek tekâmül etmiş ve anlam kazanmış. ABD'nin dünyada en önemli demokrasi beşiği kuvvet merkezi olması dünya için de önemli bir imkândır. Lakin bu imkânın, ABD'nin ekonomik ve askeri gücüne oranla uygun kullanılıp kullanılmadığı konusunda ciddi şüpheler var. Herhalde bu endişeyi demokrat ABD'liler de paylaşmaktadır.
21. Yüzyılın nasıl bir zaman dilimi olacağı, dünyayı nerelere taşıyacağı konusunda ABD'nin etkisinin ilk sıralarda olacağı ortada. Ben ABD'nin önümüzdeki elli yılda ne orta boylu bir ülke boyutuna ineceğini, ne de ABD'nin şeytan olduğunu düşünenlerdenim. Dolayısıyla ABD'nin siyasi ve zihniyet tercihleri çok önemli olacak. Tabii ki bu sorumluluk ve güç, Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan gibi yükselen ülkeler tarafından paylaşılacak. ABD bir taraftan bu ülkeler ile rekabet halinde olurken, aynı zamanda demokrasisini korumak ve geliştirmek zorunda.
ABD'nin önünde duran en önemli sınavlardan birisi de Ortadoğu politikası olacak. Ortadoğu'ya yaklaşımı, Filistin ve İsrail ile kurduğu ilişkinin muhtevası, ABD'nin hem lider ülke olarak kalması ile demokrasi iddiasını kaybetmemesi arasındaki ince çizgiyi ima edecek. Çünkü ABD'nin gücünü demokrasiden taviz vererek korumak istemesi durumunda, ya da bu tarafa doğru savrulmaktan korunmaması halinde, ülkenin kaderini etkileyecek önemli bir zaafa dönüşebilir.
ABD demokrasisi, Suriye'de üç yüz bin insanın Esad tarafından öldürülmesi gibi bir trajediye seyirci kalmakla S.O.S verdi. ABD ne zaman daha güçlüdür? Barış ve insan haklarının koruyucusu olduğunda mı, yoksa savaşlara seyirci kaldığında mı? Hangi ABD daha değerlidir? Ebola için emek ve çaba harcayan haliyle mi, Suriye'ye göz kapadığında mı?
Bu anlamda, Arap Baharlarından sonra Sykes-Picot'un ektiği mezhepsel sorunlar, gereksiz ve gayrı insani Irak işgalleri, SSCB'nin çökmesi için Taliban'ın desteklenmesi ABD'ye ne katar? ABD dış politikasının İsrail lobisine rehin verildiği bir noktada, ABD dış politikasını bırakın insani kılmayı, menfaatleri doğrultusunda bile yönetebilir mi? Ortadoğu'da demokratik halk yönetimlerinin oluşmasına bizzat ABD öncülük etse, hem ahlaki olan hem de ABD için kazançlı olan yolda uzlaşılamaz mı?
20. yüzyılın en büyük yalanı, insan merkezli bir reel politikanın mümkün olmadığı, ekonomik gelişim için dünyanın geri kalanının feda edilmesinin şart olduğuydu. Oysa bu zihniyet artık sorundan başka bir şey üretmiyor. 20. Yüzyılın bu türden kötücül stratejilerinin kazanımları ise sahte. Bedelini işte IŞİD, göçmenler sorunu ve benzeri istenmeyen durumlar ile tahsil ediyor. Denenmiş ve çökmüş olduğu kanıtlanmış bu doğal seleksiyon yönetiminin artık terk edilmesinin vakti gelmedi mi?
ABD çok önemli ve değerli bir ülke… Ama izlediği politikalar veya kaçındığı insani hamleler, Ortadoğu politikaları ile dünyanın mazlum bölgelerinde tek sorumlu olarak görülüyor. Bunun bir kısmının haksızlık olduğunu kabul etsek bile, bu algının nedenleri üzerinde durmak gerekmez mi? Mesela ABD hiç olmazsa söylem düzeyinde Mısır'daki Sisi darbesine karşı çıkabilmiş, Gazze katliamlarına daha net tavır alabilmiş olsaydı, acaba bugün neyi kaybetmiş neleri kazanmış olurdu? Bunlar önemli sorular. Cevabın nasıl olacağı 21. Yüzyılı belirleyeceği için, ABD'nin tercihleri tüm dünyayı ilgilendiriyor.