Kıymetli fikir insanı Etyen Mahçupyan geçen hafta Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun teklifi ile başbakanın başdanışmanlığına getirildi. Zayıf da olsa sosyal medyada ve hükümete karşı hizalanan medyada bu atamaya yönelik tepkiler de geldi. Esas itiraz Mahçupyan'ın başdanışman yapılmasının 1915 Ermeni soykırımının 100. yılında hükümetin inkâr siyasetinde daha işlevsel bir stratejiye yönelmesine dair bir hamle olduğu yönünde oldu. Mahçupyan da bunun simetrisinde bir makam için kendisini kullandırtan bir ahlaki zaaf içinde olduğu ifade edildi.
Diasporadaki kıymetli Ermeni akrabalarımızın Türkiye'nin iç siyasetindeki dinamikleri ve yaşanan egemenlik mücadelesini bilmesi mümkün olmayabilir. Zaten asırlık bir inkâr ve yalnızlık içindeler. Orada biriken öfkeyi de Türklerin anlaması, diasporayı kategorik olarak "Türk/Türkiye düşmanı" olarak yaftalamaması gerektiğini sürekli ifade ediyoruz. Memnuniyetle söyleyebilirim ki, Türkiye'de son 12 yılın demokratikleşme sürecinin dinamosu olan dindarlar ve onların siyasi temsilcisi AK Parti bu konuda oldukça iyiniyetli bir çaba gösteriyor.
İslamofobinin özellikle 11 Eylül'de sonra sıçrama yapmasıyla, diaspora Ermenilerinin bir bölümünün Türkiye'deki egemenlik kavgasında kendilerini "laik totaliterlere", yani bildiğiniz Türkiye'yi 80 yıldır yönetmiş olanlara daha yakın hissetmeleri mümkün. Çünkü Türkiye'nin elit çevreleri hala bunlardır ve medyayı da yüzde 70 oranında kontrol etmektedirler. Yurtdışına Türkiye'yi anlatan kanallar bu kesimin kontrolü altındadır. Üstelik bu güç eşitsizliğini bir nebze gideren Gülen Cemaati hükümetle giriştiği güç mücadelesi sonucunda tamamen diğer tarafa geçmiştir.
Türkiye'de otoriter Kemalist rejim son 12 yıldır sürekli yenilgi alıyor ve bu AK Parti'nin demokratik reformları, seçimler ve şiddeti dışlayan sivil yöntemlerle başarılıyor. Son iki yılda ülkede yaşanan anormallikler fark edilir şekilde arttı. Bu aynı zamanda hükümetin Kürt sorununu çözmek için başlattığı Çözüm Süreci'nin başladığı tarihe denk geliyor. Çünkü devlet-PKK çatışması ülkede vesayeti gizleyen ve sivil siyasete baskın çıkmasını sağlayan en önemli kaldıraçtı. Ama daha da önemlisi, arka arkaya üç seçimin yapılacak olmasıydı. 30 Mart 2014 yerel seçimleri, 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimleri…
Gezi krizi bu nedenle büyük bir provokasyona alet edildi. 17-25 Aralık 2013'te ise emniyet ve yargının içinde kümelenmiş paralel yapı yolsuzluk görüntüsü altında bir yargı darbesine girişti. Hükümeti siyaseten yıkmak mümkün olmadığı için bir iç savaş veya yargı görünümlü bir darbe ile hükümeti düşürmek istediler. Şimdi ise, Kobani üzerinden bir darbe süreci işletilmeye çalışılıyor. 6-7 Ekim pogromu buna dönük bir provokasyondu. İki yıldır bir insanın burnunun kanamadığı, Çözüm Süreci'nin yasasının Meclis'ten geçtiği, PKK lideri Öcalan'ın "Süreç sağlıklı ilerliyor" dediği bir anda bu yaşananlar Kandil'in darbe sürecine ikna edildiği yorumuna yol açtı.
Türkiye'de bir siyasi tasarım yapmanın tek etkili yolu PKK'nın tekrar savaşa dönmesi ve yaratılacak kaosta 2015 seçimlerinin etkilenmesi. Burada verilen egemenlik kavgasında Ermeni meselesi de bir manivela olarak görülüyor. Yoksa kimsenin Ermenilerin acıları ile ilgili olduğu yok. Amaç hâsıl olduğunda asıl inkâr dönemine bu kesimlerin döneceğinden emin olunuz. Çünkü bu kesimler İttihatçıların devamından ibarettir. Türkiye'de dindarlar asıl laikliği ve çağdaşlığı temsil ediyorlar şu anda. Ermeni meselesini de bizzat kendileri için yüzleşilmesi gereken ahlaki/vicdani bir sorumluluk olarak görüyorlar. İnsanların tarihin kendilerine yanlış anlatıldığını fark ettiğini, Ermeni konusu ile yüzleşilmezse bunun demokratikleşme sürecinde bir zaaf olacağının farkındalar.
Hükümetin de 1915 taziyesi veya görevlendirmelerle bu konunun hallolacağını düşündüğünü söylemek saflık. Çünkü Ermeni konusu Türkiye için acil bir mesele değil. İnkâra ve jeopolitik öneme yaslanarak bu konuyu yıllarca sürümcemede bırakmak mümkündü. 300 bin insanı öldüren ama hala korunan bir Esad rejimi ile aynı dünyada yaşıyoruz. Diasporanın Türkiye'deki durumu anlaması, kendi acılarını araçsallaştırmak isteyenlerden korunmaları, Türkiye'de başlayan yüzleşme sürecini doğru değerlendirmeleri açısından da çok önemli.